Sayfalar

30 Eylül 2008 Salı

EKONOMİK KRİZ HAKSIZ REKABETİ KÖRÜKLEYEBİLİR!!


EKONOMİK KRİZ HAKSIZ REKABETİ KÖRÜKLEYEBİLİR!!
Gökhan Dede 30 Eylül 2008

Değerli meslektaşlarım, daha çok ABD’de olmak üzere birçok ülkede ekonomik kriz sinyalleri verilmekte, tedbirler alınmaya çalışılmaktadır. Zaten dışa bağımlı ve kırılgan yapıya sahip Türkiye ekonomisinin bu krizlerden kolaylıkla etkilenmesi beklenen bir olgudur. Dolayısıyla meslek mensuplarımızın da olumsuz etkilenmesi kaçınılmaz bir gerçektir. O nedenle yeni haksız rekabetler gündemdedir diyebiliriz.

Muhasebeci ve mali müşavir meslek mensupları arasında meydana gelen haksız rekabeti sadece şekle ilişkin konularda aramamak gerekir. Haksız rekabet özünde bir sistem sonunudur. Veya siz buna sistemsizlik sorunu da diyebilirsiniz.

Kapitalist sistemin çarpık bir biçimde uygulandığı bizim gibi geri bıraktırılmış ülkelerde muhasebeci ve mali müşavir meslek mensupları arasında rekabetin ve hatta haksız rekabetin olmaması düşünülemez. Hatta bu durumun gerçekliği de yadsınamaz. Haksız rekabeti yaratanlar, sadece kişiler (muhasebeciler veya mali müşavirler) değildir. Bunun asıl sorumlusu, mesleğin ve meslektaşın gereksinim duyduğu düzgün yasa ve yönetmelikleri çıkar(a)mayan, veya çıkarılmış olanları bile doğru dürüst, adil bir biçimde uygulamayanlardır. Ya da uygulanmasına fırsat vermeyenlerin oluşturduğu sistemdir.

Ülkemizde çeşitli iç ve dış etkilerle zaman zaman ekonomik krizler yaşanmaktadır. Kriz ortamları ekonomideki tekelleşmeyi körüklediği gibi, meslek mensuplarının da iş kayıplarına sebep olmaktadır. Örneğin, bugün herhangi bir sektörün içinde olan mükellef, kriz sırasında veya en geç kriz sonrasında sektörün dışına iflas etmiş vaziyette itilmektedir. Dolayısıyla meslek mensubu da sektörün dışına itilmektedir. Ancak her şeye karşın kriz ortamlarından yararlananların varlığını unutmamak lazım.

Yaratılan veya oluşturulan ekonomik krizlerden yararlananlar diğerlerine karşı her zaman ekonomik üstünlük sağlamaktadırlar. Bu krizlerden olumsuz etkilenen mükelleflerin muhasebecisi olmak bir talihsizlik olarak yorumlanabilir. Olumlu etkilenen mükellefin muhasebecisi veya mali müşaviri olmak ise bir şans olabilir. Bunların sonuçları meslek mensubuna doğallıkla yansıyacak ve bir üstünlük veya dezavantaj sağlayabilecektir. Hatta bu krizlerden etkilenenler arasında muhasebeci veya mali müşavirlerin bizzat kendileri de bulunabilmektedir. Burada ise direkt bir ekonomik üstünlük söz konusu olacaktır. Haliyle iş edinme konusunda bir avantaj sağlanmış olacaktır.

İşte bu olası olumsuzluklar sonucunda bazı meslek mensuplarının durumdan kaçınılmaz bir biçimde etkileneceği şüphesizdir. İşte tamamen sistemden kaynaklı, zorlamalı haksız rekabet ortamlarını diğer meslektaşlarına karşı yaratmaları da söz konusu olabilmektedir. Koşullar ne olursa olsun, kariyer mesleğinin mensubu; diğer meslek mensuplarına karşı haksız rekabette değil dayanışma içerisinde olmalıdır.

Günümüzde sıklıkla yaşanan ekonomik krizler, kriz benzeri dalgalanmalar sırasında krizden etkilenen mükelleflerden birkaçı meslek mensubunun müşterisi olabilir. Ekonomik kriz sektörel bazda bile olsa etkilenme daha çabuk ve kolay olabilir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki; ekonomik gelişmelerin olumsuz seyri veya krizler birçok meslek mensubunu zor durumda bırakabilmektedir. Zira haksız rekabet olgusu küresel krizle birlikte hızlanmaktadır. Diğer bir ifade ile ülke bazlı veya küresel bazlı krizler haksız rekabeti körüklemektedir. Bu krizlere dayanamayan firmalar yok olmaktadırlar. Dolayısıyla bu firmalara muhasebe ve mali müşavirlik hizmetleri veren meslek mensuplarının işsiz kalmaları kaçınılmaz olmaktadır. Böylesi durumlarda mesleki dayanışma bireysel ve örgütsel temelde önem taşımaktadır. O nedenle mevzuat hassasiyetle ve dikkatlice değerlendirilerek uygulanmalıdır.

Gökhan Dede 30 Eylül 2008

20 Ağustos 2008 Çarşamba

HAKSIZ REKABET OLGUSUNU

HAKSIZ REKABET OLGUSUNU
GENİŞ DÜŞÜNÜP
DEĞERLENDİRMEK GEREKİR

SMMM Gökhan DEDE-20.08.2008

Mesleki gelişimin önüne yalnızca angaryaları, tahsilat sorununu koyarsanız ve haksız rekabet olgusunu yalnızca meslek mensuplarının birbirleri arasında ya da müşterileriyle ilişkilerinde gelişen olumsuzluklar olarak algılarsanız, gerçeklerden uzaklaşmış olursunuz.

Angaryaların muhasebecinin/mali müşavirin işlerini zorlaştırdığı doğrudur. Ancak bunu fırsata dönüştürmek çok zor bir olgu değildir. Bunda, meslek örgütlerinin doğru kararlar alarak etkin önderlik etmeleri meslek mensuplarına yeni kazanç kapıları açabilir. Meslek örgütlerinin kalıcı, kararlı ama etkinliği olacak önlemler alma konusunda cüretkâr davranmaları, tahsilat sorununa çözüm bulunabilir.

Angaryalar ve tahsilat sorununun özünde haksız rekabet olgusunun yattığını söylemek mümkündür.

Haksız rekabet olgusu ilk bakışta “sanki bireysel bir eylemmiş” gibi algılansa da, olay irdelendiğinde bunun yalnızca muhasebeci ya da mali müşavir meslek mensubu kaynaklı olmadığı görülecektir.

O nedenle diyebiliriz ki, haksız rekabet olgusunu, yalnızca meslek mensuplarının birbirleri ya da müşterileriyle yaşanan olumsuzluklar olarak gören anlayışlarla soruna çözüm üretilemez.

Olaya daha geniş açıdan baktığımızda diyebiliriz ki; haksız rekabetin mali idare, mali ve mesleki mevzuat, müşterileri, meslek örgütleri, yeminli mali müşavirler ve bağımsız denetçi meslek grupları kaynaklı boyutları göz ardı edildiği sürece çözümü olanaklı değildir. 

Haksız rekabet, artık mesleki bir olgudur ve kronikleşmektedir.

Bu olgu, bir yandan insanların sosyal yaşamlarını olumsuz yönde etkilerken, diğer yandan aynı iş kolunda çalışanların/yarışanların birbirlerine olan güvenlerini, dayanışma ruhunu yok etmektedir.

Çünkü, haksız rekabetin olduğu her yerde, haksız bir eylem vardır ve bu haksız eylemlere dahil olmayanlar, yani “kirli rekabete” girmeyenlerin bir kısmı zarar görmekte ve kendilerini sahipsiz hissetmektedirler!

Mesleğin karşı karşıya bulunduğu en can alıcı temel sorunlarından birisi olduğu bilinen haksız rekabet, ne yazık ki alındığı söylenen bunca önleme karşın, hâlâ tüm şiddetiyle sürmektedir.

Haksız rekabet gerçeği konusundaki olumsuzlukların giderilmesi için, öncelikle meslek mensuplarının kendi sorunlarına mesleki örgütlü yapı içerisinde sahip çıkmaları ve duyarlılık göstermeleri gerekir.

Sebep ve sonuçları ne olursa olsun, haksız rekabetin dolaylı ve dolaysız yaratıcıları, meslek mensuplarının haklarını bir biçimde gasp etmekte, mesleğe zarar vermektedirler. Buna “dur” demenin zamanı hiçbir dönemde geçmedi, geçmeyecektir de. Yeter ki, haksızlık edenlerle haklıların mücadelesi cesurca, haklı zeminde, ama örgütlü biçimde olsun.

Meslek örgütleri, meslek mensuplarının çalışma koşullarıyla, ekonomik ve sosyal durumlarını iyileştirmek için vardırlar. Kuruluş amaçlarından biri de budur.

Muhasebecilik ve mali müşavirlik (denetim) mesleğine ve mensuplarına sahip çıkmak, onları desteklemek, geliştirip güçlendirmek, ülke maliyesine, ekonomisine sahip çıkmak demektir.

Bu mesleğe ve meslek mensuplarına değer vermek, sahip çıkmak demek; ülkedeki yolsuzlukların, soygunların, kayıt dışı ekonominin, kayıt dışı istihdamın, vergi kayıp ve kaçağının önüne set çekmek, demektir!

Bütün bunlar için gerekli olan;  yalnızca biraz samimiyet, biraz cesaret ve ciddiyettir.

SMMM Gökhan DEDE

27 Temmuz 2008 Pazar

SİNOP’U GÖRDÜM HAYAL KIRIKLIĞI YAŞADIM


SİNOP’U GÖRDÜM HAYAL KIRIKLIĞI YAŞADIM

Merhaba sevgili arkadaşlarım,
Bir haftalığına da olsa anne-baba, eş dost ziyareti yapmak ve Bölge'nin temiz havasını teneffüs etmek için ailece 8 günlük Karadeniz (Artvin) gezisine çıktık. Eğer buna tatil denebilirse ben de Mali Tatil bitiminde  (21–28 Temmuz) tatil yapmış oldum.

Dönüşte İleti Grubumuz'un ana sayfasında; "Üzgünüz Mali Tatil bitti.  Sevgili Meslektaşlar!!!.... Yenisi için bir yıl beklemeniz  gerekecek.... " biçiminde bir başlık gördüm. Aslında Mali Tatili en güzel biçimde betimleyen, bu yazıdan önceki karikatür idi. İrfan
Yılmaz arkadaşımıza bu karikatürü bulup sayfaya yerleştirdiği için teşekkür etmekte geç kaldığımı düşünüyorum.

Karadeniz Bölgesi'ne gittiğimde her seferinde bir yer görmek isterim.

Bu defasında ise SİNOP İlini ve tarihi Sinop Hapishanesi’ni görmeyi hedeflemiştim. Dönüşte burayı ziyaret ettim. Hani, bu yıl TV de izlediğimiz "Parmaklıklar Ardında" adlı dizinin çekildiği hapishane.

Ancak itiraf etmeliyim ki bu tarihi hapishaneyi gezdiğimde ciddi bir hayal kırıklığı yaşadım!
Edindiğim bilgilere göre tarihi hapishane; 10.247 m2 yüzölçüme sahip. Tarihi bölge kapalı Cezaevi ve Çocuk Islahevi, Sinop Kalesi’nin güney batı ucunda kalan iç kale içinde yer almakta.
Cezaevi 06 Aralık 1997 tarihinde boşaltılmış. 02 Ağustos 1999 tarihinde Kültür Bakanlığı'na tahsis edilmiş!
Kapısında T.C. Kültür Bakanlığı yazısı mevcut!

Sinop Kaleleri ilk defa M.Ö. 2000'de yaşayan yerli kavim Gaşkalılar zamanında kurulmuş, Grek, Pontus, Roma, Bizans, Selçuklular ve Osmanlılar devrinde büyütülerek onarılmış. İç Kale adi verilen hapishanenin bulunduğu alan ise 03 Ekim 1214 yılında Sinop'u zapt eden
Selçuklu Sultanı İzzeddin Keykavus tarafından, ana kalenin kuzeyden güneye inen dik bir surla kesilmesi ile meydana getirilmiş. Surlar ve kalenin yapım şekli buranın hapishane- zindan olarak kullanıldığına ilişkin kanıtlar veriyor. Zaten girişte bir zindan ve içeride çok
sayıda zindandan beter hücreler bulunmakta.

Hapishaneyi çevreleyen iç kale 11 adet burç ile desteklenmiş.
Burçların yükseldiği denize hâkim güneyden 22 metre ve surların yüksekliği ise 18 metre imiş. 3 metre kalınlığında olan surların üzerinde iç kaleyi bir uçtan bir uca kadar gezebilme imkânı veren yollar muhafızların gezi yolu olarak kullanılırmış

Üzerlerinde değerli tarihi bilgiler bulunan kitabeleri ile bu gün sapa sağlam ayakta duran ve eski zindan özelliğini yitirmeyen ve bazıları kullanılabilir durumda olan burçlar bu hali ile görülmesi gerekli kültür varlıklarımızdan.

Selçuklular zamanında tersane olarak kullanılan iç kale Osmanlılar zamanında da kullanılmış, zamanın en mükemmel harp gemileri burada yapılmış.

T.C. Kültür Bakanlığı'na devri yapılan tarihi cezaevinin; sosyal etkinlikler alanı, galeriler, konferans salonu, tanıtım salonu, satış reyonu, kafeterya gibi fonksiyonlar kazandırılarak "kültür kompleksi" halinde halkın hizmetine sunulması düşünülmekte imiş. Gördüğüm
 kadarıyla şimdiye kadar dizi film çekimleri dışında belirtilen amaçlarla kullanılmamakta.

Bu tarihi mekân içinde nice mahpushane türküleri yakılmış, şiirler yazılmış, hatta işkencelere ve idamlara sahne olunmuş.

Ve; Ahmed Arif, Rıfat Ilgaz, Refik Halit Karay, Mustafa Suphi, Ahmet Bedevi Kuran, Refi Cevat Ulunay, Hüseyin Hilmi, Burhan Felek, Celal Zühtü Benneci, Sabahattin Ali, Necip Fazıl Kısakürek, Kerim Korcan, Osman Deniz, Zekeriya Sertel ve diğer birçok ünlü yazar, aydın ve siyaset adamları burada hapis ya da sürgün olarak kalmışlar.

Hapishanenin hemen girişindeki tanıtım levhasında, yukarıda adlarını saydığım ünlülerin bu hapishanede yattıkları yazılarak, burada işkence görmüş kişilerle buranın bir tür reklamı yapılmakta.

Ancak; duvarlar, koğuşlar, zindanlar, hücreler, vb alanların dışında tarihi hemen hiçbir yazı, eşya veya emare kalmamış. Yani doku büyük ölçüde karartılmış. Sadece prangalar ve birkaç ranza dışında…. Kültür Bakanlığı adına tam bir utanç resmi!

Sabahattin Ali'nin uğruna ağır işkencelere maruz kaldığı "Aldırma Gönül Aldırma" şiiri koğuşun birisine sonradan yazılarak asılmış. Şiirde bugün "Bir sitem yolla Allah'a" olarak bildiğimiz mısraının aslı "Bir küfür yolla Allaha" şeklinde olduğu için hücre cezası alan
Sabahattin Ali'nin şiirinin bu mısrasını hücresinde duvara kazdığı yer sıvasıyla birlikte sökülmüş., anlatılana göre...

Binanın hemen her tarafı aklınıza gelmeyecek veya gelebilecek çirkince yazılarla kazınmış. Yani, tam bir rezalet.
İnsanlara “tarihi yer” diye parayla gezdirilen bu mekânı bu şekilde görünce irkildim, utandım.
Pislik diz boyu! Sigara izmaritleri, yiyecek artıkları ve hatta tutukluların hücrelerinden (içinde tuvalete benzer yerler olması nedeniyle) keskin bir idrar kokusu dahi hâlâ bu ortama yayılmakta...

Kısacası hayal kırıklığına uğradım, utandım diyebilirim. Demek ki bize yakışan bu...

Bunca ünlü insanın adı kullanılarak buranın reklâmının yapılması ayrıca ilginç geldi bana. Ne bileyim belki de bana öyle geldi...

Gökhan Dede

27 Temmuz 2008

9 Temmuz 2008 Çarşamba

MESLEKİ BİRKİMİN ÖNEMİ

Mükellef ve toplum nezdinde bir mali müşavir meslek mensubu uzman kişi kabul edilir. O nedenle mevzuatı sürekli izlemek, bilgi yükünü artırmak ve doğru yorumlamak durumundadır. Mükelleflere (müşterilere) güven vermenin, toplumda mesleki saygınlık kazanmanın, olumlu imaj bırakmanın temel noktası budur.

Bilgi birikimi zor edinilen ve uzun bir süreci gerektirir. Mesleki bilgi ise ancak ve ancak iyi bir mesleki eğitimle sağlanabilir. Muhasebe ve mali müşavirlik mesleği en azından mesleğe giriş bağlamında değerlendirildiğinde görülmektedir ki, çok zor edinilebilecek bir meslektir. Bunda hiç kuşku yoktur. Zira bunca eğitim, staja başlama sınavı, staj ve yeterlilik sınavından geçilerek giriş yapılan başka bir meslek grubu bu tarih (2008) itibariyle ülkemizde bulunmamaktadır, diyebiliriz. O halde bu mesleğe girebilmek için ciddi bir bilgi birikimine ve çabaya gereksinim bulunmaktadır. Muhasebe ve mali müşavirlik mesleği artık bir uzmanlık mesleği (kariyer mesleği) olma yolundadır. Hatta olmuştur da. Bu nedenle ciddi bir eğitim ve bilgi birikimi ve yenilenme gerektirmektedir. Bilgi birikimi yüksek düzeyde olmayan meslek mensuplarından kendilerini ve mesleklerini önemsemeleri beklenemez.

Az bilgi, az hizmet ve düşük ücret demektir. Az bilgi ile çok iş üstlenmek de söz konusu olabilir. Az bilgi birikimi ile işin büyüklüğünü ve önemini kavramak olanaklı değildir. Az bilgi aysbergin sadece su yüzündeki tarafını görmek demektir. Bu koşullarda iş kabul etmek demek, işin büyüklüğüne göre daha yüksek ücret teklif ettiği için işi kaybeden meslek mensubuna karşı yapılan haksız rekabettir. Daha vahimi de mesleğin çok da önemli olmadığı imajının yaratılmasına katkı sunulmasıdır!

O nedenle, yeterli mesleki bilgi birikimi edinememiş meslek mensuplarının, diğer meslek mensuplarına karşı düşük ücret karşılığı daha çok iş yapabilme eğilimleri ve olanakları her zaman vardır. Bu davranışları ile haksız rekabet ortamı yaratmaları oldukça sık ve beklenebilir bir olgudur.

Mesleki mevzuat eğitimini yeterince alamayan veya bu konuda kendisini geliştirmeyen, yenilemeyen meslek mensuplarına sıklıkla rastlanmaktadır. Özellikle 3568 sayılı Yasa çıkmadan önce muhasebecilik yapan ve Yasa'nın çıkışıyla hasbelkader ruhsat almış olan eğitim düzeyi yetersiz kişilerde buna daha sık rastlamak mümkündür. Bugünkü haliyle bile bu çalışmada birçok kere verilen eğitim istatistikleri bunu kanıtlar niteliktedir.
3568 sayılı Meslek Yasası'nın hemen hiç değişmemesi veya değişikliğe uğratılmak istendiği (2001) dönemlerde de yeterince tartışılamaması veya meslek odalarınca meslek mensuplarına yönelik konuya ilişkin yeterli düzeyde hizmet içi eğitimler, seminerler, paneller yapılamaması veya yeterli olamaması, yapılan eğitimlerden meslek mensuplarının tamamının yararlanamamış olması meslek mensubunun yetkinleşmesini iyice durağanlaştırmıştır.
Dolayısıyla mesleki mevzuata yeterince hâkim olamayan meslek mensupları mevzuatı bilmeyerek de olsa haksız rekabet ortamına sürüklendikleri ve suç işledikleri bilinmektedir.

Ancak mesleğe girecek olan tüm meslek mensubu adaylarının daha işin başında mesleğin icrasını gerektiren konularda eğitim ve mesleki mevzuat (meslek hukuku) derslerini de almaları, kurslara katılmaları ve sonuçta meslek hukukundan da sınavla mesleğe girmeleri hesaba katıldığında, mesleki mevzuata hâkimiyetsizlikten kaynaklı haksız rekabetin azalacağı umudu her zaman vardır.

Gökhan Dede – 09 Temmuz 2008

6 Haziran 2008 Cuma

ÖRGÜTSEL YAPI VE YÖNETİCİ DUYARLILIĞI

ÖRGÜTSEL YAPI VE YÖNETİCİ DUYARLILIĞI
SMMM Gökhan DEDE-06.06.2008

Bilinmelidir ki, liderler ya da genel anlamda yöneten kişiler, eleştirilmekten
korkmayan, eleştirenleri dinleyen ve eleştirileri olgunlukla karşılayan, bu eleştirilerden dersler çıkaran, sonuçta da çözüm arayışına giren kişiler olmak durumundadırlar.

Ülkemizde genelde insanlarımız, özelde de yönetenlerimizin kimileri eleştirilmekten pek hoşlanmazlar, hatta korkarlar. Hata ve eksiklerinin alenen söylenmesinden çok ciddi rahatsızlık duyarlar. Kendilerini eleştirenleri bir tür rakip, hatta kimi koşullarda düşman bellerler!. Çoğu kere önemli bir yanılgı içerisine düşerek; hatalarını ya da eksiklerini gördükleri halde yüzüne gülenleri dost sanırlar. O dost sandıklarının yandaşlığı ve desteği ise, onların bireysel çıkarlarının devam ettiği süre ile sınırlıdır. Oysa, gerçek dost kişi, bireysel değil, mesleksel ve toplumsal değerlerin dejenere olabileceğini ya da olduğunu düşünerek, görerek,
görüşlerini, düşüncelerini açıkça, hiçbir çekince göstermeden (dışlanmayı da göze alarak) sözlü ya da yazılı olarak beyan edenlerdir. İşte bunların bireysel beklentileri olmadığı gibi korkuları da yoktur.

Mesleki mücadeleyi sadece belli örgütsel yapılarla sınırlamak, birey olarak meslek mensuplarının sosyal sorumluluklarından uzaklaşmalarına neden olur. Bu bağlamda çalışmalar yalnızca oda, dernek veya vakıf alanları ile sınırlı tutulmamalıdır. Meslek yapılanması içerisindeki grupların, alt grupların ve üyelerin kendilerini yalnızca bir yerlere seçtirtmeye veya sırf birilerini seçmeye endekslememelidirler. Çalışmalarını, enerji ve birikimlerini yalnızca mesleki alana değil, gelecekte dünyada ve ülkede mevcut ve olası siyasal, sosyal ve ekonomik gelişmelere de odaklamalıdırlar.

Yöneticiler ya da diğer bir adıyla önderler, kendilerini sadece mesleki çalışmalara ve gelişmelere endeksli olmak, yalnızca önceden belirlenmiş, planlanmış bireysel tercih ve özlemleri(!) gerçekleştirmek, seçim başarısı elde etmek için çeşitli seçim entrikalarına başvurmak gibi sosyal sorumluluktan uzak, sığ düşüncelerle davranma bireyselliğinden ve bencilliğinden kurtulmanın yöntemlerini arayıp bulmalıdırlar. Çabalarını, popülizmden arınmış olarak asli sorumlulukları zemininde sürdürmelidirler.

Mesleki mücadeleyi yürütmek için seçilmiş ve kazanılmış mevziler ve alanlar elbetteki çok önemlidir. Bu alanlar ve mevziler ilk bakışta ya da değerlendirmede bekli de hayatın her alanıdır. Ancak, özellikle günümüzde neo liberalizmin, tüm emekçi sınıfların kazanılmış olan her türlü siyasal, ekonomik ve demokratik haklarına çekinme göstermeden saldırdığı bilinmektedir. Ve gelinen noktada (günümüz koşullarında) başarılı oldukları da bir gerçektir. Böyle bir durumda ekonomik - demokratik mücadele, kazanılmış olan değerlerin korunması, en küçük demokratik unsurun (değerin) dahi heba edilmemesi halinde başarıyla ve kolaylıkla yürütülebilir.

Birçok hak kayıplarının yaşandığı ve bilinçli bir biçimde devam ettirildiği günümüzde meslek örgütlerinin, (var olan koşullar ne olursa olsun) tüm meslek kitlesini kucaklama ve mesleki ekonomik-demokratik mücadeleye yönlendirebilme yetenek, dürüstlük ve cesaretine sahip olunması gerekmektedir. Meslek örgütleri ve yöneticileri, üyelerini bu haklı mesleki ekonomik-demokratik mücadeleye katmak için yeterli ve etkin çabayı dürüstçe, hilelere başvurmadan göstermelidirler. Bu çabanın bu güne kadar çeşitli kademelerdeki meslek önderlerimizin öncülüğünde zaman zaman gösterildiğini biliyor ve takdirle karşılıyoruz. Bu anlamda mesleki gelişmeye katkı yapmış cesur, her anlamda dürüst, mücadeleci insanlara (tüm ayrışık duruşlara karşın) teşekkür etmek ve her platformda haklarını teslim etmek borcumuz olmalıdır.

Mesleki örgütlenme (mücadele) sürecinde zaman zaman çalkantılı ve ayrışık dönemler geçirilmiş olsa da, örgütsel yapı, yadsınamaz önemli gelişmelere sahne olmuştur. Konu bu bağamda değerlendirildiğinde meslek örgütlerimiz, (yeterli olmamakla birlikte) güçlü bir örgütsel yapıya kavuşmuştur, denebilir. Ancak, bu güçlü örgütsel yapıya karşın, odalarımızın ve derneklerimizin demokratik yapısının korunabilmesi, Türkiye’nin ve odalarımızın demografik siyasal yapısı birlikte değerlendirilerek dikkate alınması gerekmektedir. Bu durumun, içinde bulunduğumuz koşullarda pek kolay olmadığı ve olmayacağı aşikârdır. Bu nedenle, mevcut ve gelişecek olası tehlikeler karşısında daha dikkatli, akılcı ve uyanık olmak gerekmektedir. Bu duyarlılığı; meslek örgütlerinin omurgasını teşkil ettiğini iddia eden grupların, alt grupların ve kişilerin de, dürüstçe ve samimiyetle göstermesi gerekmektedir.

Bu bağlamda örgütsel yapıyı daha da güçlendirmek; belirlenen temel ilkeler ve amaçlar etrafında birleşerek kitlelere ulaşmak, onlarla bütünleşmek, kitleleri diri tutmak, örgüt ve grup yapılanması içerisindeki alt grupların ve bireylerin asgari demokratik haklarını dikkate alarak, onlara karşı dürüst ve hakkaniyetli davranmakla olanaklı olabilir.

Mesleki örgütlenmemizi, zorunlu örgütlü kuruluşlar olan odalarımız ve gönüllü örgütlü yapılar olan meslek derneklerimizin oluşturduğu bilinmektedir. Hiç şüphesiz odalarımızın varlık nedeni 3568 sayılı Yasa’dır.  

Meslek derneklerimizin ortaya çıkışı, yani varlık nedeni ise, ÇDMG programında; “Mesleki gereksinimlerin karşılanması ve önündeki engellerin aşılması anlamında bağımsız meslek ve meslek örgütlerine duyulan somut gereksinim…” olarak belirtilmiştir.

3568 sayılı Yasa’nın tüm eksiklikleri ve anti demokratik yapısına karşın çağdaş demokrat meslek kitlesinin belli dönemlerdeki biraradalığı :
·         Saygın, güçlü, güvenilir bir meslek ve meslek mensupları yaratmak,
·         Meslek kurallarının ve standartlarının geliştirilmesi ve uygulanmasını sağlamak,
·         Bağımsız meslek ve çağdaş, demokratik bir meslek yasasının oluşturulmasına çalışmak,
·         Meslek kitlesinin ekonomik-demokratik, mesleki, sosyal ve kültürel sorunlarının çözümü ve genel yaşam düzeylerinin iyileştirilmesi için çalışmak,
·         Demokratik, katılımcı ve etkin meslek örgütleri yaratmak,
biçimindeki amaçların yanında, belki de en önemlileri olan;
·         Demokratik merkeziyetçilik,
·         Bağımsızlık,
·         Eşitlik ve ayrımcılığın reddi,
·         Etik değerlerin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması,
biçimindeki Çağdaş Demokrat Muhasebeciler Grubu’nun Programı’nda ana başlıklar altında izahını bulmuş olan, hatta vazgeçilmesi olanaklı olmayan temel ilkelere sıkı sıkıya bağlılıkla olanaklı olmuştu, diyebiliriz.

            İşte bugüne kadar, çağdaş ve demokrat meslek kitlesini (bütün ayrışımlara karşın) kimi dönemlerde de olsa bir arada tutan bu temel amaçlar ve ilkeler olmuştur. Ancak burada bir ihmali vurgulamadan geçemeyeceğim. O da şudur: Yukarıda kısa bir alıntıyla özetlediğim AÇDMG Programı’nın bu güzel, hatta evrensel değerlerin hatırlanmaması ya da hatırlanmasına olanak sağlanmaz olduğu gerçeğidir! Asıl üzerinde durulması gereken konuların başında bu olgu gelmektedir.

Önemli olan, bu amaç ve ilkeleri doğru kavramak, ama dürüstçe uygulamak ve uygulatmak olmalıydı.

Meslek kitlesinin tüm organlarının ve yürütme kurullarının çabası da, bu amaç ve ilkeler etrafında birleşmiş ve benimsemiş olan meslek kitlesini bu çerçevede çalışmalara, (mesleki ve sosyal sorumluluğu göz ardı etmeden) katmak olmalıdır. Bu kitleyi kucaklayacak, mücadeleye katacak, en geniş biçimde birleştirecek, birliktelikleri güçlendirip sağlamlaştıracak olanlar, en başta örgütlerin kadroları ve iş başındaki yöneticileri olmalıdır. Bu sağlanamazsa, en azından çaba gösterilmezse; küskünlükler, kırgınlıklar ve sonunda da kopmalar başlar. Ne yazık ki son birkaç yıldır AÇDMG bunu çok sıcak ve yakıcı biçimde yaşamıştır ve yaşamaktadır!

Kitle (meslek) örgütleri yöneticilerinin, önderlerinin vazifeleri; örgüt çatısı altında topladıkları kitlelerin (ve hatta sempati duyanların) azami çıkarlarını ayrım gözetmeksizin kollamaları ve onları mücadeleye katmaları olmalıdır. Bu çizgiyi izlemekten uzak kalan, ayrımcılık yapan örgütlerin kendi amaç, ilke ve hatta varlıkları ile çelişir duruma düşecekleri bir gerçektir. Bunun ayırdına varamayan örgütlerde demokratik işlerlik olmayacağı gibi, bürokratik yapılar oluşmaya başlayacağından, öz ile çelişkiler baş gösterir. Böyle örgütler (oda, dernek vb.), kitlelerden kopabileceğinden, asıl işlevini yitirirler.

Konu bu bağlamda değerlendirildiğinde örgütün örgütlülük düzeyi; yöneticilerin demokrasi kültürünün, mücadele geleneğinin ve gelişmişliğinin göstergesi olarak ortaya çıkar. Bu nedenle, mesleki örgüt yöneticilerinin popülist davranmamak, mesleki mücadeleyi bilinçli bir biçimde yaygınlaştırarak güçlendirmek, katılımcı ve demokratik davranmak gibi önemli görev ve sorumlulukları vardır ve bu görevler asıldır.

SMMM Gökhan Dede
06.06.2008