ÖRGÜTSEL YAPI VE YÖNETİCİ DUYARLILIĞI
SMMM Gökhan DEDE-06.06.2008
Bilinmelidir ki, liderler ya da genel anlamda yöneten kişiler, eleştirilmekten
korkmayan, eleştirenleri dinleyen ve eleştirileri olgunlukla karşılayan, bu eleştirilerden dersler çıkaran, sonuçta da çözüm arayışına giren kişiler olmak durumundadırlar.
korkmayan, eleştirenleri dinleyen ve eleştirileri olgunlukla karşılayan, bu eleştirilerden dersler çıkaran, sonuçta da çözüm arayışına giren kişiler olmak durumundadırlar.
Ülkemizde genelde insanlarımız, özelde de yönetenlerimizin kimileri eleştirilmekten pek hoşlanmazlar, hatta korkarlar. Hata ve eksiklerinin alenen söylenmesinden çok ciddi rahatsızlık duyarlar. Kendilerini eleştirenleri bir tür rakip, hatta kimi koşullarda düşman bellerler!. Çoğu kere önemli bir yanılgı içerisine düşerek; hatalarını ya da eksiklerini gördükleri halde yüzüne gülenleri dost sanırlar. O dost sandıklarının yandaşlığı ve desteği ise, onların bireysel çıkarlarının devam ettiği süre ile sınırlıdır. Oysa, gerçek dost kişi, bireysel değil, mesleksel ve toplumsal değerlerin dejenere olabileceğini ya da olduğunu düşünerek, görerek,
görüşlerini, düşüncelerini açıkça, hiçbir çekince göstermeden (dışlanmayı da göze alarak) sözlü ya da yazılı olarak beyan edenlerdir. İşte bunların bireysel beklentileri olmadığı gibi korkuları da yoktur.
görüşlerini, düşüncelerini açıkça, hiçbir çekince göstermeden (dışlanmayı da göze alarak) sözlü ya da yazılı olarak beyan edenlerdir. İşte bunların bireysel beklentileri olmadığı gibi korkuları da yoktur.
Mesleki mücadeleyi sadece belli örgütsel yapılarla sınırlamak, birey olarak meslek mensuplarının sosyal sorumluluklarından uzaklaşmalarına neden olur. Bu bağlamda çalışmalar yalnızca oda, dernek veya vakıf alanları ile sınırlı tutulmamalıdır. Meslek yapılanması içerisindeki grupların, alt grupların ve üyelerin kendilerini yalnızca bir yerlere seçtirtmeye veya sırf birilerini seçmeye endekslememelidirler. Çalışmalarını, enerji ve birikimlerini yalnızca mesleki alana değil, gelecekte dünyada ve ülkede mevcut ve olası siyasal, sosyal ve ekonomik gelişmelere de odaklamalıdırlar.
Yöneticiler ya da diğer bir adıyla önderler, kendilerini sadece mesleki çalışmalara ve gelişmelere endeksli olmak, yalnızca önceden belirlenmiş, planlanmış bireysel tercih ve özlemleri(!) gerçekleştirmek, seçim başarısı elde etmek için çeşitli seçim entrikalarına başvurmak gibi sosyal sorumluluktan uzak, sığ düşüncelerle davranma bireyselliğinden ve bencilliğinden kurtulmanın yöntemlerini arayıp bulmalıdırlar. Çabalarını, popülizmden arınmış olarak asli sorumlulukları zemininde sürdürmelidirler.
Mesleki mücadeleyi yürütmek için seçilmiş ve kazanılmış mevziler ve alanlar elbetteki çok önemlidir. Bu alanlar ve mevziler ilk bakışta ya da değerlendirmede bekli de hayatın her alanıdır. Ancak, özellikle günümüzde neo liberalizmin, tüm emekçi sınıfların kazanılmış olan her türlü siyasal, ekonomik ve demokratik haklarına çekinme göstermeden saldırdığı bilinmektedir. Ve gelinen noktada (günümüz koşullarında) başarılı oldukları da bir gerçektir. Böyle bir durumda ekonomik - demokratik mücadele, kazanılmış olan değerlerin korunması, en küçük demokratik unsurun (değerin) dahi heba edilmemesi halinde başarıyla ve kolaylıkla yürütülebilir.
Birçok hak kayıplarının yaşandığı ve bilinçli bir biçimde devam ettirildiği günümüzde meslek örgütlerinin, (var olan koşullar ne olursa olsun) tüm meslek kitlesini kucaklama ve mesleki ekonomik-demokratik mücadeleye yönlendirebilme yetenek, dürüstlük ve cesaretine sahip olunması gerekmektedir. Meslek örgütleri ve yöneticileri, üyelerini bu haklı mesleki ekonomik-demokratik mücadeleye katmak için yeterli ve etkin çabayı dürüstçe, hilelere başvurmadan göstermelidirler. Bu çabanın bu güne kadar çeşitli kademelerdeki meslek önderlerimizin öncülüğünde zaman zaman gösterildiğini biliyor ve takdirle karşılıyoruz. Bu anlamda mesleki gelişmeye katkı yapmış cesur, her anlamda dürüst, mücadeleci insanlara (tüm ayrışık duruşlara karşın) teşekkür etmek ve her platformda haklarını teslim etmek borcumuz olmalıdır.
Mesleki örgütlenme (mücadele) sürecinde zaman zaman çalkantılı ve ayrışık dönemler geçirilmiş olsa da, örgütsel yapı, yadsınamaz önemli gelişmelere sahne olmuştur. Konu bu bağamda değerlendirildiğinde meslek örgütlerimiz, (yeterli olmamakla birlikte) güçlü bir örgütsel yapıya kavuşmuştur, denebilir. Ancak, bu güçlü örgütsel yapıya karşın, odalarımızın ve derneklerimizin demokratik yapısının korunabilmesi, Türkiye’nin ve odalarımızın demografik siyasal yapısı birlikte değerlendirilerek dikkate alınması gerekmektedir. Bu durumun, içinde bulunduğumuz koşullarda pek kolay olmadığı ve olmayacağı aşikârdır. Bu nedenle, mevcut ve gelişecek olası tehlikeler karşısında daha dikkatli, akılcı ve uyanık olmak gerekmektedir. Bu duyarlılığı; meslek örgütlerinin omurgasını teşkil ettiğini iddia eden grupların, alt grupların ve kişilerin de, dürüstçe ve samimiyetle göstermesi gerekmektedir.
Bu bağlamda örgütsel yapıyı daha da güçlendirmek; belirlenen temel ilkeler ve amaçlar etrafında birleşerek kitlelere ulaşmak, onlarla bütünleşmek, kitleleri diri tutmak, örgüt ve grup yapılanması içerisindeki alt grupların ve bireylerin asgari demokratik haklarını dikkate alarak, onlara karşı dürüst ve hakkaniyetli davranmakla olanaklı olabilir.
Mesleki örgütlenmemizi, zorunlu örgütlü kuruluşlar olan odalarımız ve gönüllü örgütlü yapılar olan meslek derneklerimizin oluşturduğu bilinmektedir. Hiç şüphesiz odalarımızın varlık nedeni 3568 sayılı Yasa’dır.
Meslek derneklerimizin ortaya çıkışı, yani varlık nedeni ise, ÇDMG programında; “Mesleki gereksinimlerin karşılanması ve önündeki engellerin aşılması anlamında bağımsız meslek ve meslek örgütlerine duyulan somut gereksinim…” olarak belirtilmiştir.
3568 sayılı Yasa’nın tüm eksiklikleri ve anti demokratik yapısına karşın çağdaş demokrat meslek kitlesinin belli dönemlerdeki biraradalığı :
· Saygın, güçlü, güvenilir bir meslek ve meslek mensupları yaratmak,
· Meslek kurallarının ve standartlarının geliştirilmesi ve uygulanmasını sağlamak,
· Bağımsız meslek ve çağdaş, demokratik bir meslek yasasının oluşturulmasına çalışmak,
· Meslek kitlesinin ekonomik-demokratik, mesleki, sosyal ve kültürel sorunlarının çözümü ve genel yaşam düzeylerinin iyileştirilmesi için çalışmak,
· Demokratik, katılımcı ve etkin meslek örgütleri yaratmak,
biçimindeki amaçların yanında, belki de en önemlileri olan;
· Demokratik merkeziyetçilik,
· Bağımsızlık,
· Eşitlik ve ayrımcılığın reddi,
· Etik değerlerin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması,
biçimindeki Çağdaş Demokrat Muhasebeciler Grubu’nun Programı’nda ana başlıklar altında izahını bulmuş olan, hatta vazgeçilmesi olanaklı olmayan temel ilkelere sıkı sıkıya bağlılıkla olanaklı olmuştu, diyebiliriz.
İşte bugüne kadar, çağdaş ve demokrat meslek kitlesini (bütün ayrışımlara karşın) kimi dönemlerde de olsa bir arada tutan bu temel amaçlar ve ilkeler olmuştur. Ancak burada bir ihmali vurgulamadan geçemeyeceğim. O da şudur: Yukarıda kısa bir alıntıyla özetlediğim AÇDMG Programı’nın bu güzel, hatta evrensel değerlerin hatırlanmaması ya da hatırlanmasına olanak sağlanmaz olduğu gerçeğidir! Asıl üzerinde durulması gereken konuların başında bu olgu gelmektedir.
Önemli olan, bu amaç ve ilkeleri doğru kavramak, ama dürüstçe uygulamak ve uygulatmak olmalıydı.
Meslek kitlesinin tüm organlarının ve yürütme kurullarının çabası da, bu amaç ve ilkeler etrafında birleşmiş ve benimsemiş olan meslek kitlesini bu çerçevede çalışmalara, (mesleki ve sosyal sorumluluğu göz ardı etmeden) katmak olmalıdır. Bu kitleyi kucaklayacak, mücadeleye katacak, en geniş biçimde birleştirecek, birliktelikleri güçlendirip sağlamlaştıracak olanlar, en başta örgütlerin kadroları ve iş başındaki yöneticileri olmalıdır. Bu sağlanamazsa, en azından çaba gösterilmezse; küskünlükler, kırgınlıklar ve sonunda da kopmalar başlar. Ne yazık ki son birkaç yıldır AÇDMG bunu çok sıcak ve yakıcı biçimde yaşamıştır ve yaşamaktadır!
Kitle (meslek) örgütleri yöneticilerinin, önderlerinin vazifeleri; örgüt çatısı altında topladıkları kitlelerin (ve hatta sempati duyanların) azami çıkarlarını ayrım gözetmeksizin kollamaları ve onları mücadeleye katmaları olmalıdır. Bu çizgiyi izlemekten uzak kalan, ayrımcılık yapan örgütlerin kendi amaç, ilke ve hatta varlıkları ile çelişir duruma düşecekleri bir gerçektir. Bunun ayırdına varamayan örgütlerde demokratik işlerlik olmayacağı gibi, bürokratik yapılar oluşmaya başlayacağından, öz ile çelişkiler baş gösterir. Böyle örgütler (oda, dernek vb.), kitlelerden kopabileceğinden, asıl işlevini yitirirler.
Konu bu bağlamda değerlendirildiğinde örgütün örgütlülük düzeyi; yöneticilerin demokrasi kültürünün, mücadele geleneğinin ve gelişmişliğinin göstergesi olarak ortaya çıkar. Bu nedenle, mesleki örgüt yöneticilerinin popülist davranmamak, mesleki mücadeleyi bilinçli bir biçimde yaygınlaştırarak güçlendirmek, katılımcı ve demokratik davranmak gibi önemli görev ve sorumlulukları vardır ve bu görevler asıldır.
SMMM Gökhan Dede
06.06.2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder