OGK 23.04.2007
Mesleki gelişmeleri dünya ölçeği bağlamında değerlendirdiğimizde önemli başarılar elde etmiş olmamıza karşın, göreceli olarak hala gerilerde olduğumuzu söylemekte çok fazla haksızlık etmiş olacağımı düşünmüyorum. Hizmeti geçen herkese teşekkür ediyorum.
Ülkemizde kurumsal ve ekonomik yapı, mali sistem ve demokrasi sorunsuz işlemiyor. Hayatın her alanında olduğu gibi bizim mesleki sorunlarımızın bir kısmı da çeşitli soru işaretlerinin çengeline takılı duruyor.
Yaklaşık 18 yıl önce çıkan ve iki maddenin dışında hiç değişmeyen 3568 sayılı Yasa ve büyük çoğunluğu 17 yıl önce yayımlanan ve bazı düzenlemelerin dışında hemen hiç değişmeyen yasa ve yönetmeliklerle mesleği yapmaya meslek örgütlerini yönetmeye çalışıyoruz. Belki bu nedenle çözüm üretmekten uzak kalınmaktadır.
Hal böyle iken biryandan da küreselleşen sermaye, ülkelerin muhasebe ve denetim sistemlerini uyumlaştırmaya çalışmaktadır. Denetimle ilgili kurum ve kuruluşlar ardı ardına tebliğler ve standartlar yayımlamaktadırlar. Hatta bazıları ile mahkemelik olmaktayız.
Biz, toplum olarak var olanla yetinmeyi adeta ilke edindiğimiz, yani şükürcü olduğumuz içindir ki sorunlarımızı yönetmelik ve mesleki kararlarla çözmeye çalışmaktayız. Bu durumda Yasa’yı değiştirme arzusunda olan bazı demokratik haklarının ellerinden alınma endişesini taşıdıklarını da düşünmekteyim.
Bu endişeyi taşıyanlar bunu açıkça söylemekten çekinmemeli, ancak alternatifler üretmelidirler. Örgüt yöneticilerimizin kararlılık göstermeleri halinde, taban da buna hazır olmalıdır. Bazı yönetmeliklerin yasaya aykırı uygulandığını görmekteyiz.
Artık yönetici olmak için, unvan farklılaştırmak için sınavlara girilmek zorunda kalınmamalı.
Demokrasi her ne kadar açıklık yönetimi ise de, durum bizler açısından da kapalı ve belirsizlikler sürecini devam ettirmektedir. Ancak, belirsizlik ve sürüncemede bırakılma ve sürekli endişe taşıma beklentisi çözümsüzlükler yumağını büyütmektedir.
Ülkemizde yarım asırdır demokrasiye işlerlik kazandırılmıyor. Demokrasi ile bizleri yönettiklerini iddia edenler ve onları destekleyenlerin çoğunluğu ve hâkimiyeti ellerinde bulundurmaları onların istediklerini yapabilecekleri biçiminde algılanıyor.
Bugünkü siyasal yapı, 12 Eylül darbesiyle oluşturulan ve sonrasında devam ettirilen ve demokratik açılımlarla bir türlü düzeltilemeyen anayasal ve yasal düzenlemelere dayanmaktadır. Bu nedenle, bu siyasal yapının oluşturduğu yasama organı kıskacında yasal değişikliklerin nasıl yapılacağı konusunda görüş birliği oluşamamaktadır.
Bilindiği üzere, var olan siyasi partiler ve seçim yasalarının getirdiği baraj sınırlaması ile nasıl ki geniş kitlelerin temsili, demokratik olmuyorsa, yani geniş kitleler temsil edilemiyorsa, bizim Yasamız da değişmediği bu haliyle, yasayla oluşturulan azınlığın çoğunluğa hükmetme, dolayısıyla onları yönetme biçimindeki hakkaniyetsiz yasal tahakkümü devam edecektir.
Oysa demokrasinin bir değerler sistemi olması, yasadan da hatta illa da birilerinin seçilmesinden de önce geldiği gibi, asla ve asla bir araç değildir. Bu bağlamda demokrasi, kişilere veya gruplara değil değerlere sahip olduğu sürece kalıcılaşır. Hiç şüphesiz ki bu değerlerin başında eşitlik, özgürlük ve erdem gelir.
İnsanlık Türkiye’de ve dünyada bu değerlere büyük savaşımlar, mücadeleler vererek ulaşmıştır. Demokrasi insan aklının özgürleşmesinin bir sonucudur. İnsan aklının özgürleşmesi için, her şeyden önce, tartışılmaz olması istenilen çeşitli öğelerin etkisinde kalınmaması gerekir. Dolayısıyla; hakkaniyeti, özgürlüğü, eşitliği ve etiği öne çıkarmayan anlayışlar, yönetenler ve düşünce sistemleri bu niteliği gereği demokratik olamazlar.
Eğer, içinde bulunduğumuz yasalar demokrasisini değerler demokrasisine dönüştürme olayı başarılamazsa, bu durumun tarihsel ve toplumsal sorumluluğu bu değerlere yeterince sahip çıkamayan, kitlelerin haklarını koruyamayan, korumayan yönetenlerin üzerinde kalır. Ki bunun sonuçları çok ağır olabilir.
Hemen herkes mesleki ekonomik ve demokratik haklarının geriye gittiğini söylemektedir.
Doğru. Hak ve iş yükü ters orantılı gitmektedir.
Yönetenlerin görevi; bilinçli ve iradeli bir biçimde olumsuzlukları olumlu hale
dönüştürmenin yollarını arayıp bulmaktır.
Bu yollar ve yöntemler aslında bazı eksiklikler ve çekimsemeler dışında bellidir. Bunun için iyi bir mesleki ve etik eğitim gerekir. Meslek örgütlerimiz bu çabayı belli ölçüde göstermektedirler. Azımsanmayacak başarılar da elde edilmiştir. Ancak bu eğitimler binlerce beslek mensubundan sadece yüzlercesinin katıldığı otel salonlarında çok başarılı olmamaktadır.
Ancak, önemli olan bu mesleki-örgütsel birikimi, toplumsal sorumluluk bilinci ile, mesleki bağımsızlık ve mesleki etik kurallara göre kullanmaktır. Bunu doğru kullanabilecek olanlar ise, ancak ve ancak mesleki süreci doğru yaşamış ve doğru kavramış olan yöneticilerdir.
Sorunları en aza indirebilmenin bir diğer yolu da, üye-örgüt ilişkilerinden geçmektedir.
Mesleki bilgi donanımlı ve etik eğitimli, mesleki süreci düzgün yaşamış ve doğru kavramış üyelerin, meslektaşlarıyla ve meslek örgütleriyle, meslek örgütlerinin ise üyeleriyle doğru ve ayrımsız diyalog kurarak, mesleki mücadeleyi doğru kavrayıp, sarmalayıp örgütlemektir.
Bu süreçte hiç şüphesiz; muhasebe ve mali müşavirlik mesleğini edinen kişinin de
sosyal değerlerle bağlantısı ve topluma hizmet sunma anlayışı önemlidir. Burada mesleğe bağlılık, mesleki bağımsızlık ve mesleki etik değerlerin öne çıkması gerekir.
Bu bağlamda meslek; eğer topluma hizmet ediyorsa ve amacının bu olduğunu benimsetebiliyorsa meslektir.
Bu bağlamda meslek mensubu ise; mesleki sorumluluğunun ağırlığını omuzlarında hissediyorsa meslek mensubudur, diyorum ve istiyorum, dilemiyorum.
Saygılarımla.
Gökhan Dede
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder