Sayfalar

21 Temmuz 2007 Cumartesi

BAYAN MESLEK MENSUPLARI DAHA AZ SUÇ İŞLİYOR


BAYAN MESLEK MENSUPLARI DAHA AZ SUÇ İŞLİYOR

ASMMMO nezdinde yaptığım bir araştırmanın sonuçlarına göre bayan meslek mensupları daha az suç işledikleri sonucuna ulaştım.
1998-2006 dönemlerine ilişkin 189 adet disiplin (suç) dosyasının yalnızca 14 adedi bayan meslek mensuplarına aittir. Bu oran genel toplam içerisinde % olarak 7,4’e tekabül etmektedir.
1998/3 dönemi itibariyle toplam bayan meslek mensubu: SM 241; SMMM 187 olmak üzere toplam: 428 kişidir.
2006/3 dönemi itibariyle SM bayan meslek mensubu: 490, SMMM bayan meslek mensubu: 976 olmak üzere toplam: 1.466 kişidir.
Bu verilere göre, SM ortalama bayan meslek mensubu: 241+490=731, 731/2=365,5 dir.
SMMM ortalama bayan meslek mensubu: 187+976=1.163
1.163/2=581 kişidir.
Aşağıdaki tabloda, 1998 Mart ve 2006 Mart dönemlerinde ASMMMO disiplin kurullarında yapılan soruşturmalar sonucunda ceza alan SM, SMMM meslek mensupları ve bunlar içerisindeki bayan meslek mensuplarının sayıları ile genel toplam içerisindeki yüzdeleri verilmiştir.







UNVANI



Toplam
Dosya
Sayısı


1998–2006
Ortalama
Meslek
Mensubu
Sayısı

Unvana
Göre
Toplam
Dosya
İçindeki
Genel
%

1998/3–
2006/3
Ortalama
Bayan
Meslek
Mensubu
Sayısı

Unvanına
Göre
Bayan
Meslek
Mensubu
Suç
Dosyası
Sayısı

Unvanına
Göre
Bayan
Meslek
Mensubu
Suç Dosya
 %’si

Genel
Toplam
İçerisin-
deki
Bayanlar
Suç
Oranı %
SM
113
3.033
59,79
366
12
10,6
6,35

SMMM
76
3.936
40,21
581
2
2,6
1,06

TOPLAM
189
6.969
100,00
947
14
13,2
7,41



23 Nisan 2007 Pazartesi

OGK 23.04.2007

OGK 23.04.2007


Mesleki gelişmeleri dünya ölçeği bağlamında değerlendirdiğimizde önemli başarılar elde etmiş olmamıza karşın, göreceli olarak hala gerilerde olduğumuzu söylemekte çok fazla haksızlık etmiş olacağımı düşünmüyorum. Hizmeti geçen herkese teşekkür ediyorum.

            Ülkemizde kurumsal ve ekonomik yapı, mali sistem ve demokrasi sorunsuz işlemiyor. Hayatın her alanında olduğu gibi bizim mesleki sorunlarımızın bir kısmı da çeşitli soru işaretlerinin çengeline takılı duruyor.

Yaklaşık 18 yıl önce çıkan ve iki maddenin dışında hiç değişmeyen 3568 sayılı Yasa ve büyük çoğunluğu 17 yıl önce yayımlanan ve bazı düzenlemelerin dışında hemen hiç değişmeyen yasa ve yönetmeliklerle mesleği yapmaya meslek örgütlerini yönetmeye çalışıyoruz. Belki bu nedenle çözüm üretmekten uzak kalınmaktadır.

Hal böyle iken biryandan da küreselleşen sermaye, ülkelerin muhasebe ve denetim sistemlerini uyumlaştırmaya çalışmaktadır. Denetimle ilgili kurum ve kuruluşlar ardı ardına tebliğler ve standartlar yayımlamaktadırlar. Hatta bazıları ile mahkemelik olmaktayız.

Biz, toplum olarak var olanla yetinmeyi adeta ilke edindiğimiz, yani şükürcü olduğumuz içindir ki sorunlarımızı yönetmelik ve mesleki kararlarla çözmeye çalışmaktayız. Bu durumda Yasa’yı değiştirme arzusunda olan bazı demokratik haklarının ellerinden alınma endişesini taşıdıklarını da düşünmekteyim.

Bu endişeyi taşıyanlar bunu açıkça söylemekten çekinmemeli, ancak alternatifler üretmelidirler. Örgüt yöneticilerimizin kararlılık göstermeleri halinde, taban da buna hazır olmalıdır. Bazı yönetmeliklerin yasaya aykırı uygulandığını görmekteyiz.

Artık yönetici olmak için, unvan farklılaştırmak için sınavlara girilmek zorunda kalınmamalı.
Demokrasi her ne kadar açıklık yönetimi ise de, durum bizler açısından da kapalı ve belirsizlikler sürecini devam ettirmektedir. Ancak, belirsizlik ve sürüncemede bırakılma ve sürekli endişe taşıma beklentisi çözümsüzlükler yumağını büyütmektedir.

Ülkemizde yarım asırdır demokrasiye işlerlik kazandırılmıyor. Demokrasi ile bizleri yönettiklerini iddia edenler ve onları destekleyenlerin çoğunluğu ve hâkimiyeti ellerinde bulundurmaları onların istediklerini yapabilecekleri biçiminde algılanıyor.

Bugünkü siyasal yapı, 12 Eylül darbesiyle oluşturulan ve sonrasında devam ettirilen ve demokratik açılımlarla bir türlü düzeltilemeyen anayasal ve yasal düzenlemelere dayanmaktadır. Bu nedenle, bu siyasal yapının oluşturduğu yasama organı kıskacında yasal değişikliklerin nasıl yapılacağı konusunda görüş birliği oluşamamaktadır.

Bilindiği üzere, var olan siyasi partiler ve seçim yasalarının getirdiği baraj sınırlaması ile nasıl ki geniş kitlelerin temsili, demokratik olmuyorsa, yani geniş kitleler temsil edilemiyorsa, bizim Yasamız da değişmediği bu haliyle, yasayla oluşturulan azınlığın çoğunluğa hükmetme, dolayısıyla onları yönetme biçimindeki hakkaniyetsiz yasal tahakkümü devam edecektir.

Oysa demokrasinin bir değerler sistemi olması, yasadan da hatta illa da birilerinin seçilmesinden de önce geldiği gibi, asla ve asla bir araç değildir. Bu bağlamda demokrasi, kişilere veya gruplara değil değerlere sahip olduğu sürece kalıcılaşır. Hiç şüphesiz ki bu değerlerin başında eşitlik, özgürlük ve erdem gelir.

İnsanlık Türkiye’de ve dünyada bu değerlere büyük savaşımlar, mücadeleler vererek ulaşmıştır. Demokrasi insan aklının özgürleşmesinin bir sonucudur. İnsan aklının özgürleşmesi için, her şeyden önce, tartışılmaz olması istenilen çeşitli öğelerin etkisinde kalınmaması gerekir. Dolayısıyla; hakkaniyeti, özgürlüğü, eşitliği ve etiği öne çıkarmayan anlayışlar, yönetenler ve düşünce sistemleri bu niteliği gereği demokratik olamazlar.

Eğer, içinde bulunduğumuz yasalar demokrasisini değerler demokrasisine dönüştürme olayı başarılamazsa, bu durumun tarihsel ve toplumsal sorumluluğu bu değerlere yeterince sahip çıkamayan, kitlelerin haklarını koruyamayan, korumayan yönetenlerin üzerinde kalır. Ki bunun sonuçları çok ağır olabilir.

Hemen herkes mesleki ekonomik ve demokratik haklarının geriye gittiğini söylemektedir.
Doğru. Hak ve iş yükü ters orantılı gitmektedir.

Yönetenlerin görevi; bilinçli ve iradeli bir biçimde olumsuzlukları olumlu hale
dönüştürmenin yollarını arayıp bulmaktır.

      Bu yollar ve yöntemler aslında bazı eksiklikler ve çekimsemeler dışında bellidir. Bunun için iyi bir mesleki ve etik eğitim gerekir. Meslek örgütlerimiz bu çabayı belli ölçüde göstermektedirler. Azımsanmayacak başarılar da elde edilmiştir. Ancak bu eğitimler binlerce beslek mensubundan sadece yüzlercesinin katıldığı otel salonlarında çok başarılı olmamaktadır.

      Ancak, önemli olan bu mesleki-örgütsel birikimi, toplumsal sorumluluk bilinci ile, mesleki bağımsızlık ve mesleki etik kurallara göre kullanmaktır. Bunu doğru kullanabilecek olanlar ise, ancak ve ancak mesleki süreci doğru yaşamış ve doğru kavramış olan yöneticilerdir.
     
Sorunları en aza indirebilmenin bir diğer yolu da, üye-örgüt ilişkilerinden geçmektedir.
      Mesleki bilgi donanımlı ve etik eğitimli, mesleki süreci düzgün yaşamış ve doğru kavramış üyelerin, meslektaşlarıyla ve meslek örgütleriyle, meslek örgütlerinin ise üyeleriyle doğru ve ayrımsız diyalog kurarak, mesleki mücadeleyi doğru kavrayıp, sarmalayıp örgütlemektir.

      Bu süreçte hiç şüphesiz; muhasebe ve mali müşavirlik mesleğini edinen kişinin de
sosyal değerlerle bağlantısı ve topluma hizmet sunma anlayışı önemlidir. Burada mesleğe bağlılık, mesleki bağımsızlık ve mesleki etik değerlerin öne çıkması gerekir.

      Bu bağlamda meslek; eğer topluma hizmet ediyorsa ve amacının bu olduğunu benimsetebiliyorsa meslektir.
      Bu bağlamda meslek mensubu ise; mesleki sorumluluğunun ağırlığını omuzlarında hissediyorsa meslek mensubudur, diyorum ve istiyorum, dilemiyorum.
     
Saygılarımla.

Gökhan Dede

14 Nisan 2007 Cumartesi

SEÇİMLER DEMOKRASİSİ, TEMSİLDE ORANSIZLIK


SEÇİMLER DEMOKRASİSİ, TEMSİLDE ORANSIZLIK

VE 3568

SMMM Gökhan DEDE –14 Nisan 2007

Ülkemizde, yarım asırdan fazla bir süredir geldiği iddia edilen demokrasiye işlerlik kazandırılamıyor. Demokrasi ile bizleri yönettiklerini iddia edenler ve onları destekleyenlerin çoğunluğu ve hâkimiyeti ellerinde bulundurmaları, onların istediklerini yapabilecekleri biçiminde algılanıyor.

Türkiye, 2007’nin ilk aylarından itibaren tarihinin belki de en karmakarışık siyasal ortamını yaşadı ve yaşıyor. Bu karmaşa ortamını yaratan konuların başında, mevcut seçim yasası ile getirilen temsil ve temsilde oran sorunu gelmektedir. Bugünkü siyasal yapı, 12 Eylül Askeri darbesiyle oluşturulan ve sonrasında devam ettirilen ve demokratik açılımlarla bir türlü düzeltilemeyen anayasal ve yasal düzenlemelere dayanmaktadır. Bu nedenle, bu siyasal yapının oluşturduğu yasama organı kıskacında yasal değişikliklerin nasıl yapılacağı konusunda görüş birliği bizim 3568 sayılı Meslek Yasamız konusunda da oluşamamaktadır.

Temsil konusunda milletvekili seçim sistemi ile 3568 sayılı Serbest Muhasebecilik, Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanunu’nun seçme ve seçilme sistematiği birbirine benzerlikler göstermektedir. Siyasi partiler (milletvekili) seçim sistemindeki temsilde adaletsizliğin bizim 3568 sayılı Meslek Yasamızda da mevcut olduğu görülmektedir. Günün siyasi tartışmaları arasında muhasebeci ve mali müşavir seçmen kitlesinin de TÜRMOB’da ve meslek odalarımızda temsili orantılı ve adaletli değildir. Bu örnekler, demokratik Türkiye’nin (!) açmazlarındandır! 

Seçimlerin yaklaşması nedeniyle aylardır tekrar üzerinde tartışılan ve eleştirilen mevcut seçim sistemimiz nedeniyle oluşan sonuçlar; temsilde oransızlık ve bunun doğurduğu adaletsiz sonuçlarıdır. Son örneğini 3 Kasım 2002 genel seçimlerinde yaşadık. Bu seçimlerde AKP, (Adalet ve Kalkınma Partisi) aldığı %34,28 oy oranıyla 363 milletvekili elde ederek TBMM’ndeki toplam milletvekillerinin %66’sına sahip olmuştu. Bu, aynı seçimde CHP’nin %19,39 oy oranıyla kazanmış olduğu 178 milletvekili ile birlikte değerlendirildiğinde seçmenlerin %46,33’lük kesiminin TBMM’nde temsil edilemediği görülmüştür.
               
Hep düşünürüz; acaba bazı çözümsüzlüklerin çözümünü yasal demokratik kurallar içinde aramak girişiminde bulunulsa, çözüm fırsatı yaratıla bilinir mi? Ülkemizde, siyasi parti temsilcilerimize veya diğer kurum ve kuruluşlarımıza yönetici olacaklara oy verecek kitlenin, kendilerini temsil edecek olanlara oy vermelerini ve tercih haklarını kullanma özgürlüğünü yasayla engellemek gibi yasal düzenlemelerimiz vardır. Ve bunun anlamı; kitleyi temsil edilmesi gereken yerde temsilcisiz bırakmaktır. Bazı durumlarda ise insanlar seçileceklere kerhen (istemeye istemeye) oy vermek durumunda bırakılmaktadır. Örneğin; 3568 sayılı Yasa’ya göre kullanacağınız oyunuzun geçerli olabilmesi için TÜRMOB Yönetim Kurulu için asıl üye sayısının üçte ikisi oranında (beş YMM 2 SMMM ve 2 SM den 6 isim), odalara yönetici seçmek durumunda kaldığınızda ise 5 kişilik yönetim kurulundan 3 SMMM, ve 2 SM adaydan en az yarıdan bir fazlasına yani dördüne oy vermek zorundasınız. Aksi halde oyunuz geçersiz sayılmaktadır. Yani istediğiniz azlıkta kişiye oy verme gibi bir tercihiniz ve şansınız yoktur. Seçim demokratik bir yöntem olduğuna göre o halde bu da demokratik bir yöntemdir!

                Ülkemizde kurumsal ve ekonomik yapı, mali sistem ve demokrasi sorunsuz işlemiyor. Bunu biliyoruz. Bunu her hangi bir kurumun başındakilerin dışında herkes genellikle böyle söyler. Yönetenlerin veya işin başındaki yöneticilerin içinde de bazılarının bu sistemde doğru işlemeyen bazı mekanizmaların olduğunu teslim edenler az da olsa vardır.

Sosyal hayatın birçok alanında olduğu gibi bizim mesleki sorunlarımızın da bir kısmı hala çeşitli soru işaretlerinin çengeline takılı duruyor. 3568 sayılı Yasa değişmediği sürece mevcut olumsuzluklar kat be kat artarak devam edecektir. O nedenle bu yasa acilen değişmelidir.

Çünkü yaklaşık 18 yıl önce çıkarılan 3568 sayılı Yasa, ve büyük çoğunluğu 17 yıl önce yayımlanan yönetmeliklerle ve 10-11 yıl önce yayımlanan mesleki kararlarla mesleği yapmaya, meslek örgütlerini idare etmeye çalışıyoruz.  Buna karşın bir hayli yol aldığımızı yadsımamak gerekir.

Hal böyle iken biryandan da küreselleşen sermaye, ülkelerin muhasebe ve denetim sistemlerini uyumlaştırmaya çalışmaktadır. Denetimle ilgili kurumlar ardı ardına tebliğler ve standartlar yayımlamaktalar. Hatta bazıları ile mahkemelik bile olunmaktadır. Neden? Nedenini iyi irdelemek gerekir. Çünkü bazı olayların ve gelişmelerin gerisinde kalmaktayız. Dikilen elbiselerin bazıları ise günün koşullarında bize uymayabilmektedir. Ama biz genellikle ona uymak veya uydurulmak durumunda bırakılmaktayız.

Toplum olarak var olanla yetinmeyi adeta ilke edindiğimiz, yani biraz da şükürcü olduğumuz içindir ki, sorunlarımızı yönetmelik ve mesleki kararlarla çözmeye çalışmaktayız. Bu durumda Yasa’yı değiştirme arzusunda olduklarını söyleyen bazı yönetenlerin ve meslektaşların da, mevcut demokratik hakların da ellerinden alınma endişesini taşıdıklarını bilmekteyiz.

Bu endişeyi taşıyanlar bunu açıkça söylemekten çekinmemeli, ancak alternatifler üretmelidirler. Örgüt yöneticilerimizin kararlılık göstermeleri halinde, tabanın da buna hazır olması gerekir.

Demokrasi her ne kadar açıklık, yurttaşların veya üyelerin tercihlerini özgürce belirlemesi amacıyla oluşmuş bir sistem ise de, durum sadece ülkemizdeki diğer yurttaşlar yönünden değil bizler (muhasebeciler, mali müşavirler) açısından da kapalılık ve belirsizlikler sürecini devam ettirmektedir. Ancak, belirsizlik ve sürüncemede bırakılma ve sürekli endişe taşıma beklentisi çözümsüzlükler yumağını büyütmektedir.

Bilindiği üzere, var olan siyasi partiler ve seçim yasalarının getirdiği baraj sınırlaması ile geniş kitlelerin temsili demokratik olmamaktadır. Yani geniş kitleler temsil edilememektedir. İktidar partisi dışındaki tüm siyasiler ve siyasal partiler bunu her ortamda dile getirmektedirler. Ancak benzer anti-demokratik uygulama bizim 3568 sayılı Meslek Yasamızda da mevcuttur. Bu anti demokratik yapılanmalar yılardır zaman zaman da olsa dile getirilmekte, ancak hiçbir iyileştirme yapılmamaktadır. Genel kanı odur ki; bizim Meslek Yasamız değişmediği bu haliyle, yasayla oluşturulan azınlığın çoğunluğa hükmetme, dolayısıyla onları yönetme biçimindeki hakkaniyetsiz yasal tahakkümü devam edecektir.

Seçme ve seçilme konusunda 3568 sayılı Yasa ve yönetmelik maddelerinin ne kadar anti-demokratik olduğunu aşağıdaki istatistikî verilerle ve çarpıcı örneklerle açıklayalım ve kararı okuyucular versin.

TÜRMOB 2005–2006 Çalışma Raporu verilerine göre Türkiye genelinde meslek kitlemiz; 3.561 YMM, 36.036 SMMM ve 30.095 SM meslek mensupları olmak üzere toplam 69.692 üyeden oluşmakta olup, Mayıs 2007 tarihi itibariyle bu sayının 72.000’i geçtiği söylenmektedir.

Bilindiği üzere Meslek Yasamızın 32. Maddesi gereği her oda, üyelerinin yirmi beşte biri oranındaki Birlik temsilcilerini seçer. Dolayısıyla TÜRMOB organlarına seçilecekleri, odalar delegasyonu belirlemektedir. Birlik delegasyonu ise bu hesaplamaya göre (2006) toplam 2.788 kişiden oluşmaktadır.

Aynı çalışma raporu verilerine göre Birlik delegasyonunun meslek unvanlarına göre hesaplanması sonucunda dağılımı ise, 142 YMM, 2.645.SMMM ve SM delege biçiminde hesaplanmaktadır.

Görüleceği üzere yaklaşık 20 kat fazla bir çoğunluğa sahip meslek grubuna, 9 kişilik yönetim kurulu üye sayısının yarısı kadar bile temsil hakkı verilmemiştir!

3568 sayılı Meslek Yasamızın Birlik Yönetim Kurulunun oluşumuna ilişkin 35. maddesi, dokuz kişilik yönetim kurulunun beşinin yeminli mali müşavir (YMM) olmasını emreder. Devamla, maddenin 3. bendinde ise yönetim kurulu başkanının da yeminli mali müşavirler arasından seçileceği hüküm altına alınmıştır. Yani “genel başkan” olmak için demokrasinin çoğunluk rejimi olduğuna ilişkin kuralı bu Yasa’da işlememektedir. Hal böyle olunca da genel başkan olmak isteyenlerin bir biçimde YMM olmaları gerekmektedir. Kaldı ki YMM olmak için kamuda çalışanların dışında serbest çalışan serbest muhasebeci mali müşavir (SMMM) ruhsatlı meslek mensuplarının sınava girebilmek için 10 yıl serbest çalışmaları gerektiği gibi, özel sektörde ve kamuda çalışan SMMM ruhsatlı meslek mensuplarının ise bu şansları dahi bulunmamaktadır!

Özetle; demokrasinin o çok bilinen kuralını buralarda işletmenin olanağı 3568 sayılı Yasa ile engellenmiştir. Bu durumda SM ve SMMM meslek mensuplarının “genel başkan” olabilmeleri veya ilk beşe girebilmeleri için unvan farklılaştırmaları gerekmektedir. Bunun için Maliye Bakanlığı’nın ilgili birimlerinde çalışanlarından sınavsız YMM olanlarının dışındakilerin sınavlara girerek YMM olmaları gerekmektedir. Bu hak bazılarına demokratik kurallara aykırı biçimde 3568 sayılı Yasa ile verilmiştir. Bu da yasalar demokrasisinin kurallarından olmuştur! Ama gelinen noktada artık meslek kitlemizin edindiği birikim ve olgunlaşma düzeyinin “genel başkan” olmak için illa da unvan değişikliği yapmak (YMM olmak) durumunda kalmamaları gerekmektedir, diye düşünüyorum.

3568 sayılı Yasa’nın birlik disiplin kurulunun oluşumunu düzenleyen 38. maddesine göre, beş meslek mensubundan oluşan Disiplin Kurulu’nun üyelerinin üçünün YMM olması zorunludur. Geriye kalan iki üyenin ise SMMM ve SM meslek mensuplarına kaldığı anlaşıldığından bu iki unvana sahip meslek mensupları arasında adil bir paylaşım söz konusu olduğu görüntüsü verilmektedir.!

Birlik Denetleme Kurlu bir YMM ve iki SMMM meslek mensubundan oluşmakta olup, bu kurulda SM meslek mensubuna yer yoktur. Kurul başkanı YMM olup, o da tek YMM’dir.

3568 sayılı Yasa maddelerinin bazılarının demokratik kurallara uymadığı gibi, bazı yönetmeliklerimizin bir kısım maddelerinin de 3568 sayılı Meslek Yasamıza aykırı olduğunu da görmekteyiz. 3568 sayılı Yasa SMMM ve YMM odalarını aynı bölümde toplamıştır. YMM odaları tek unvandan oluştuğundan bir sıkıntı olmamakla birlikte, SMMM odaları SM ve SMMM meslek mensuplarından oluşmaktadır. SMMM oda kurullarının oluşumunu da düzenleyen yasa maddelerinde (21, 25 ve 27. maddeler) meslek unvanlarının sayısal ayrımına ilişkin hiçbir düzenleme olmadığı halde yönetmelikle yapılan düzenleme gereği örneğin; yönetim kuruluna 3 SMMM ve 2 SM seçilmek durumundadır. Oysa bugün mesleğimizin ulaşmış olduğu nitelik düzeyi dikkate alındığında böyle bir ayırıma gerek olmamalıdır. Yani mesleğe en iyi hizmeti verebilecek olanı kişileri seçmenler belirlemelidirler. Bu anlamda, yönetim veya diğer kurullarda görev alacakların SM veya SMMM unvanlı olması önemli olmamalıdır. Yani, sayısal sınırlama ayrımı, sınırlaması yapılmamalıdır.

Diğer bir olay ise, oda ve Birlik kurul üyeliklerinde boşalma olması durumunda Yasa’nın, “en çok oy alan üye çağrılır” hükmüne karşın, yönetmelik, “üyelerin ayrılmaları halinde yerlerine “gruplarında” en çok oy alan yedek üyeler getirilir” demekte ve buna göre tamamlama yapılmaktadır. Burada belirtilen “gruplarında” kelimesinden seçimlere katılan gruplar mı, yoksa unvan gruplarının mı (SM, SMMM, YMM) anlaşılması gerektiği pek belirgin değildir. Buna karşın uygulamada eğer siz birinci yedek SM veya SMMM iseniz ve boşalan üyelik de YMM ise uygulamalara göre görev alma şansınız yok demektir! Maliye Bakanlığı’nın onayına sunulan yönetmelik değişikliğinin onaylanması halinde “boşalan üye unvanından en çok oy alan aynı unvana sahip üye çağrılır”, biçiminde uygulanacaktır. Demokratik olanın bu mu olması gerektiği tartışma konusudur. Bu durum Birlik organları için Yasa’ya ve Birlik Yönetmeliğine uygun gözükmekle birlikte, odalar yönetmeliğinin bu konuda Yasa’ya aykırılığı açıktır.

Sonuç olarak; demokrasinin bir değerler sistemi olması, yasadan da hatta illa da birilerinin bir yerlere seçilmesinden de önce gelmesi gerektiği düşünüldüğünde, bu durumun (demokrasinin) asla ve asla bir araç olarak kullanılmaması gerekir. Bu bağlamda demokrasi; kişilere, unvanlara veya gruplara değil, değerlere sahip olduğu sürece kalıcılaşır. Hiç şüphesiz ki bu değerlerin başında eşitlik, özgürlük ve erdem gelir.

İnsanlık Türkiye’de ve dünyada bu değerlere büyük savaşımlar, mücadeleler vererek ulaşmıştır. Demokrasinin, insan aklının özgürleşmesinin bir sonucu olduğu gerçeği genel kabul gören bir olgudur. İnsan aklının özgürleşmesi için her şeyden önce, tartışılmaz olması istenilen çeşitli öğelerin etkisinde kalınmaması gerekir. Dolayısıyla; hakkaniyeti, özgürlüğü, eşitliği ve etiği öne çıkarmayan anlayışlar ve düşünce sistemleri bu niteliği gereği demokratik olamazlar.

Bugün ülkemizde uygulanmaya çalışılan demokrasi, yasalar demokrasisidir. Bu bağlamda, içinde bulunduğumuz bu yasalar demokrasisini (!) değerler demokrasisine dönüştürme olayının başarılması gerekir. Eğer başarılamazsa, bu durumun tarihsel ve toplumsal sorumluluğu bu değerlere yeterince sahip çıkmayan, kitlelerin haklarını koruyamayan veya kötüye kullanan, değiştirme girişiminde dahi bulunamayan yönetenlerin üzerinde kalır ki, bunun sonuçlarının getireceği olumsuzlukları bugüne kadar yaşadığımız gibi bundan sonra da hep birlikte yaşayacağız demektir. 

SMMM Gökhan DEDE –14 Nisan 2007
 

12 Mart 2007 Pazartesi

MESLEKİ SÜRECİ YAŞAMAK

                  
MESLEKİ SÜRECİ YAŞAMAK, EĞİTİM VE HAKSIZ REKABET 

SMMM Gökhan Dede

Günümüz koşullarında haksız rekabet olgusu, birçok alanda olduğu gibi muhasebe ve mali müşavir (denetçi) meslek mensupları arasında da yoğun olarak yaşanmaktadır. Meslek mensuplarının, haksız rekabeti oluşturan etmenlerin ve sebeplerinin büyük bir kısmının neler olduğunu bildiklerini, sıklıkla tartıştıklarını, çözüm aradıklarını, meslek odalarına ve derneklerine kadar taşıdıklarını görmekteyiz. Son zamanlarda haksız rekabet (yaratma) olgusunun, “meslekte eski-yeni meslek mensubu” boyutuyla da tartışıldığı gözlemlenmektedir. Ancak, bu yazıdaki amacım bütün bu bilinenleri sayıp ortaya dökmek değildir. Bunlardan sadece ana sorun olarak gördüğüm bir konuya değinmek istiyorum: Meslekleşme sürecinde alınan eğitim ve meslek mensubunun bu süreçteki yeri ve önemi.

Meslekleşme veya meslek edinme; bu zaman diliminde belli niteliklerin kazanıldığı, özverili ve dinamik bir süreçtir. Mesleksel statü kazanmak ise, doğru bilgi birikimi ve ciddi bir çaba harcamanın yanında; mesleki örgütsel yapı içerisinde mesleki etik kazanımları ve toplumsal sorumluluğu da içerir.

Meslekleşmeyi kavrayabilmek için, kişinin ve grupların meslekleşme sürecindeki çalışmalarına, konumuna, duruşuna bakmak ve izlemek gerekir. Bu izleme, mesleki yapı içerisindeki çeşitli gruplar ile örgütlerin kendi bünyelerinde oluşturacakları komiteler vasıtası ile yerine getirilebilir.

 Meslek edinmek, yüksek dereceli ve uzun süreli eğitimi gerektirir. Bu süreç günümüzde mesleğimiz için olmazsa olmaz koşuldur. Eğitim sürecinin devamında mesleğe hazırlık (staj) sınavı ve mesleki yeterlilik sınavları vardır. Muhasebe ve mali müşavirlik mesleği için bu süreç, (özellikle 3568 sayılı Meslek Yasası’nın çıkışı ve odaların örgütsel yapılandırılması ile birlikte) diğer meslek gruplarına oranla daha yoğun ve ciddi bir gereklilik olarak yaşanmaktadır. Muhasebe ve denetim mesleğinde eğitim süreklilik arz etmektedir.

Muhasebecilik ve mali müşavirlik mesleği; kendine özgü yasal ve ahlaksal kuralları bulunan ve meslek mensubunun geçimini sağladığı ve kariyer edindiği bir uğraştır. Bu mesleği edinen (ruhsatını alan) kişi artık bir meslek mensubudur. Meslek edinebilmenin belli bir uğraşı süreci ve dolayısıyla bu sürecin belli zorlukları, yani bir bedeli vardır. Her meslek mensubu bu süreci başarıyla tamamlamak durumundadır. Ancak ve ancak bu başarılı süreç sonunda unvana hak kazanılır. Hiçbir işletme, iktisat, maliye vb. okul mezunu kişi, “muhasebeci/mali müşavir unvanı”nı “ruhsat” almadan önce kendisine hak göremez ve bu unvanı kullanma cesaretini gösteremez.

Meslekleşme sürecinde olduğu gibi, meslek edinme sürecinde de geçirilmesi gereken belli aşamalar vardır. Meslek edinme sürecindeki aşamalar; mesleki olgunlaşmanın sağlanıp sağlanmadığının bir ölçütü olacaktır. O nedenle, meslek mensubunun bu sürecin bizzat içerisinde olması gerekir. Mesleki olgunlaşmasını gerçekleştirememiş kişilerin, meslektaşlar arası haksız rekabet ortamı yaratmaları (veya karışmaları) her zaman olasılık içerisindedir. Bu durumdaki kişilerin meslektaşlar arası haksız rekabetten yakınmalarının bir anlamı kalmamaktadır. Önce bu sürecin neresinde olduklarını bilmeleri, sürece katkılarının ne olduğunu ve sürece katkı yapanlarla yapmayanların ayırdına varmaları gerekir.

Meslek mensubunun haksız rekabet yaratmaması için öncelikle iyi bir mesleki eğitim ve ayrıca mesleki etik eğitim sürecinden geçmesi, yani doğru bilgi yükü ile donanması gerekir. Ancak, meslek mensubunun sadece mesleki bilgi yükü ile donanmış olması tek başına yeterli olmamaktadır.  Eğitim, yani temel bilgi yükü; ilk, ve belki de mesleki olgunlaşma için en önemli aşamadır. Muhasebe ve mali müşavirlik (denetim) mesleğinde eğitim aşaması en az lisans düzeyinde öğrenim olmalıdır. Olmalıdır diyorum, çünkü 3568 sayılı Meslek Yasası halen lise ve ön lisans düzeyinde eğitim almış kişiler için “serbest muhasebecilik” unvanı vermektedir. Ancak bu eğitimler de yeterli görülmemiş olacak ki; mesleğe giriş için, hatta Yasa’da yer almamasına karşın stajyer olabilmek için yönetmelikle (daha sonraki yıllarda) “staja başlama sınav” zorunluluğu da getirilmiştir. Eğitim, bu sürecin ilk aşaması olması nedeniyle temel bir önem ve özellik arz etmektedir. Bu süreçte meslek mensubu kendini kanıtlamak, değerlendirmek ve tanımak durumundadır. Kişilik ve mesleksel önemlilik kavramı burada öne çıkmaktadır. Aldığı eğitimin, başardığı sınavların ve sonuçta edindiği mesleğin önemini kavramış, değerinin farkında olan meslek mensubu, kendisinin de önemli olduğunun bilinci ile hareket edeceğinden, meslektaşlarına karşı haksız rekabet ortamı yaratmaktan kaçınacaktır.

Meslek edinen kişi için ikinci aşama, belli üyelik koşullarıyla meslek örgütüne giriştir. Yani bir örgütsel yapıya (Oda’ya) dahil olmaktır. Muhasebe ve mali müşavirlik mesleğinde bu bir zorunlu üyeliktir, örgütlülüktür. Bu örgütsel yapıda belli zorunluluklar (kurallar) vardır ve bunlara uymak gereklidir. Üyenin, önceden belirlenmiş olan bu kurallara uymamak gibi bir tercihi yoktur. Aksine davranışı, yaptırımları gündeme getirir. Meslek mensubu (üye) bu kuralları bilir ve/veya bilir kabul edilir. Kanunları bilmemek gerekçe olmamakla birlikte, meslek mensubu kuralları önceden belirlenmiş mevzuattan sınavla bu mesleğe giriş yaptığından mazeretleri (özürleri) de söz konusu olmayacaktır. Kişi artık kendini eski uğraşlarından ayırt edebilmek için unvanını ve örgütünü belirlemiştir. Bu durumda bir aidiyet söz konusudur. Aidiyet kavramı; bir yere, kuruma, kuruluşa ait olmaktan gelir. Artık meslekleşme sürecinin bir ucunda iş olmakla birlikte, diğer ucunda meslek ve meslek örgütü yer almaktadır. Üye artık sürecin başında değil, içerisindedir. Örgüt (oda) üyesi bir meslek mensubunun uyması gereken ölçütler, kurallar, standartlar zaten bellidir ve meslek mensubu bu kurallara uymak ve ona göre mesleğini icra etmek zorundadır. Muhasebeci ve mali müşavirler için bu kurallar (beğenilse de beğenilmese de), 3568 sayılı Serbest Muhasebecilik Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli mali Müşavirlik Kanun’u ve bu Kanun’a uyarlı biçimde çıkarılmış yönetmeliklerle belirlenmiştir.

Örgütsel yapının ve mesleki çalışmanın belli ahlak kuralları vardır. Yukarıda da belirtildiği üzere bu kurallar 3568 sayılı Yasa ve bu Yasa’ya göre çıkarılan yönetmelikler, mecburi meslek kararları ve tebliğlerle belirlenmiştir. Meslek kuruluşu üyelerinin bu kurallara uyum ve bağlılık oranı arttıkça, mesleki dayanışma ve iş doyumu da artacaktır. Tersine bir durum muhasebecilik gibi henüz meslekleşme sürecinin başında sayılan profesyonel gruplar içinde durum; doyumsuzluk ve haksız rekabeti gündeme getirebilecektir. Günün gereksinimlerine göre değişimin sağlanması için kişinin mesleki mücadele içerisinde olması, kendine olan özgüvenini sağlayacaktır. Mesleğin, kurallarının ve örgütsel yapısının geliştirilmesi yönünde yapılan çalışmalardan uzak kalan meslek mensubunun haksız rekabet yapma olasılığı oldukça yüksektir.

      Meslek mensubunun meslek seçiminde aldığı eğitim, eğitimde tercih yapma olanakları, meslek belirlemede seçim hakkı, bireyin mesleğini kendi iradesi ile seçip seçmemiş olması, onun meslek yaşamı boyunca kendisini, çevresini ve diğer meslek mensuplarını etkileyecektir. Seçim nasıl olursa olsun neticede, çalışma yaşamı boyunca diğer birçok meslek gruplarında olabileceği gibi, muhasebeci ve mali müşavir meslek mensuplarının da çalışma ve sosyal yaşamında bazı olumsuzluklar meydana gelebilecektir. Mesleği kendi istemi dışında, bazı zorunluluklar nedeniyle edinerek çalışmakta olan kişinin mesleğe ikincil geçim kaynağı ve çalışma alanı olarak bakması nedeniyle, mesleki etik değerlere sadık kalmayacağı düşünülebilir. Bunun anlamı; mesleğin kamuoyundaki saygınlığının hiçe sayılması ve kendisinin mesleki sosyal sorumluluğunun ikinci planda kalabileceği olasılığıdır. Bunun sonucu; kişisel beklentileri ve çıkarları ön planda olacağından dolayı, kolaylıkla yapabileceği eylem; yaratacağı haksız rekabettir!

      Ülke genelinde birçok alanda olduğu gibi, muhasebe ve mali müşavirlik mesleğinde de mesleki konularda bireysel ve örgütsel karar alma konusunda bağımsız davranabilme başarısı arzu edilen düzeyde değildir. Meslekleşme sürecinde meslek üyelerinin birbirini denetleyebilmesi ve birbirleri üzerinde yaptırım gücü oluşturabilmesi halinde, meslek mensupları arasında olası haksız rekabetin en aza indirilebilmesi söz konusu olacaktır. Ancak, muhasebe ve denetçi meslek mensupları için böyle bir bilinç düzeyi ve özveri konusunda henüz özlenen amaca ulaşıldığını söylemek olanaklı değildir. Çünkü muhasebeciler ve mali müşavirler (denetçiler) henüz melekleşme sürecinin başında sayılmaktadırlar. Hatta mesleki kararlar onların iradesi dışında zaten başkaları tarafından alınmıştı ve hala bu istem devam etmektedir. Eğer bundan rahatsız olunuyorsa, mesleki oto kontrolün ve mesleki bağımsızlığın bir ön koşul olması gerekir. Bağımsızlık olmadığı zaman birey, kendisini ilgilendiren konularda bile kararları kendisi alamamaktadır. Başkalarının belirlediği kurallar ve dayatılanlar, hatta meslek mensubu için dikildiği söylenen elbiseler çoğu zaman “ölçüsüz” dikildiği için onun üzerine uymamaktadır. Bu meslek mensubunu mutsuz etmektedir. Ve kişinin bu mutsuzluğu diğer meslek mensuplarının, ailesinin ve hatta çevresinin de mutsuzluğuna sebep olabilmektedir.  Elbette ki, muhasebeci ve mali müşavir meslek mensuplarının da karşılaşacakları güçlükler olacaktır. Şunu çok iyi kavramak gerekir ki; bütün bunlar biraz da içinde yaşadığımız sistemin doğal bir yansımasıdır. Bu yansımalardan olacak ki; kendi kurallarımızın belirlenmesi konusunda Yasama Organını zorlamak, etkilemek ve etkin olmada çekinceli davranıldığı görülmektedir.
     
      Muhasebe ve Mali Müşavirlik mesleği kısa sayılabilecek yasal sürecine karşın önemli başarılar elde etmiştir. Bundan sonraki süreci cesur ama akıllıca devam ettirmek, yaşanacak mesleki süreci eski-yeni kuşak çatışmasına dönüştürmemek gerekir. Süreci yoğun olarak yaşamış ve yaşamakta olanlarla mesleğe yakın zamanda başlayanların daha dikkatli davranmaları esastır. Yeni kuşağın, yani zorlu bir eğitim ve sınav maratonu yaşayan genç meslektaşların meslek için umut olduklarını ama mesleğe bir ömür vermiş olan “eskiler” diye tanımlananların mücadele gelenekleri ve tecrübelerini de yadsımadan örnek almaları gerekir. Genç meslektaşların edindikleri mesleki bilgi birikimi ile umut vaat ettiklerini görmek gerekir. Genç meslektaşlarımızın günümüz olanaklarını iyi değerlendirmeleri, birikimlerini toplumsal sorumluluk bilinci ile bütünleştirmeleri halinde mesleğimiz kamuoyunda saygın yerini almakta gecikmeyecektir. Bu bilinç ve birikimle hareket edilmesi halinde meslektaşlar arasındaki haksız rekabet en aza inecektir.

      Sonuç olarak, meslektaşlar arası haksız rekabeti önleyebilmek için yapılacak olan; bilinçli ve iradeli bir biçimde olumsuzlukları olumlu hale dönüştürmenin yollarını arayıp bulmaktır. Bunun için iyi bir mesleki eğitim, mesleki birikim ve bu birikimi, toplumsal sorumluluk bilinci ile mesleki bağımsızlık ve mesleki etik kurallara göre kullanmaktır. Olay bu boyutuyla değerlendirildiğinde; meslekleşme sürecini tam yaşamamış ve süreci doğru kavramamış olanlar tarafından haksız rekabetin yaratılmakta olduğunu söyleyebiliriz.
     
      Haksız rekabeti en aza indirebilmenin bir diğer yolu da, üye-örgüt ilişkilerinden geçmektedir. Mesleki bilgi donanımlı ve etik eğitimli, mesleki süreci doğru yaşamış ve kavramış üyelerin, diğer meslektaşlarıyla ve meslek örgütleriyle, meslek örgütlerinin de üyeleriyle, doğru ve ayrımsız diyalog kurarak, mesleki mücadeleyi doğru kavrayıp, sarmalayıp örgütlemektir.

      Bu süreçte muhasebe ve mali müşavirlik mesleğini edinen kişinin sosyal değerlerle bağlantısı ve topluma hizmet sunma anlayışı önem kazanmaktadır. Burada mesleğe bağlılık, mesleki bağımsızlık ve mesleki etik değerlerin öne çıkması gerekir. Meslek; topluma hizmet ediyorsa ve amacının bu olduğunu benimsetebiliyorsa meslektir. Bu bağlamda meslek mensubu; mesleki sorumluluğunun ağırlığını omuzlarında hissediyorsa meslek mensubudur.


SMMM Gökhan Dede

                                                                                                                      12.03.2007