Sayfalar

22 Kasım 2010 Pazartesi

AFLAR NE İÇİN?

AFLAR NE İÇİN?
Smmm Gökhan DEDE – 22 Kasım 2010 Ankara

Her ne kadar adına “yapılandırma” dense de, yeni bir “vergi affı” daha gündeme oturdu.
2011 bütçe açığını da dikkate alan Hükümet, mali suçlularla barışacak. Bütçe  yırtığına yama olması ve yaklaşan 2011 seçimlerinden dolayı böylesi bir barışa gereksinimi var!
Öte yandan şunu söylemek de mümkün: Hükümetler suç işleyenlerle baş edemedikleri, devlet acz içinde kaldığı için bu yola başvurmaktadırlar.
            Af, ya da hükümet yetkililerinin deyimiyle “yapılandırma,” 31 Temmuz 2010'dan önce tahakkuk eden emlak vergilerini, motorlu taşıtlar vergilerini, SGK primi açısından Haziran 2010 ve önceki aylara ait işveren ve sigorta primlerini, işsizlik sigortası primlerini, SGK destekleme primlerini, vergileri, vergi cezalarını, gümrük vergilerini, haçları, belediyelerin su ve atık su alacaklarını, TRT'ye olan borçları, TEDAŞ'ın elektrik alacaklarını, Yurt-Kur'un öğrenim kredisi alacaklarını, KOSGEB'in alacaklarını, organize sanayi bölgelerinin elektrik, su, doğalgaz alacaklarını kapsamaktadır.
Hükümet yetkililerince, bu genişlikte bir af tasarısının Cumhuriyet tarihinde ilk kez hazırlandığına dikkat çekilerek, Hükümet’in “beyaz sayfa operasyonunun” ilk adımını “af hükümleri”nin oluşturduğu vurgulanmaktadır. Beyaz sayfa operasyonuyla, 50 milyar lira toplamasının hedeflendiği belirtiliyor.
Ne diyelim IMF’ye borçlanmaktan daha iyidir!
Hükümet’in yapacağı “büyük mali af” kapsamındaki borçlara ilişkin anaparadan vazgeçilmeyeceği, bu rakama yıllık enflasyon oranında artışlar uygulanacağı belirtilmektedir.
Kesinleşmiş alacaklarda SGK tarafından uygulanan idari para cezalarının yüzde 50'si, alacak aslına bağlı olmayan cezaların yüzde 50'si, gecikme cezası yerine güncellenen enflasyon oranına göre düzenleme yapılıyor. İhtilaflı alacaklarda alacağın yüzde 50'si ya da yüzde 20'si gecikme zammı yerine güncelleme oranı (enflasyon oranı) esas alınarak hesaplanan tutar ödenecek. Vergide “gecikme zammı” gibi alacaklardan vazgeçiliyor.
Emlak vergisine ilişkin beyannamelerini veremeyenlere yeni bir beyanname verme imkânı sağlanıyor. Ödenmesi gereken tutar, güncelleme oranına göre hesaplanan miktar olarak tahsil edilecek.
Stoklar, demirbaşlar ve nakit değerler konusunda da düzenleme yapılıyor. Buna göre, defterlerde görülenlerle gerçek durum farklıysa, kayıtları gerçek durumla eşitleme imkânı getiriliyor. Bununla, işletme kayıtlarının gerçek duruma uygun hale getirilmesi amaçlanıyor.
Varlık Barışı'nda daha önce bildirim ve beyanda bulunup da bir biçimde bundan yararlanamayanlara da yeni haklar tanınıyor.
Vergi, SSK vb. borçlara ilişkin afların gerekli olduğu düşünülebilir. Bunlar, ekonomik sıkıntıları gidermek için gerekli olabilir. Devlet bu türden alacaklarını bir türlü tahsil edemiyor olabilir. Ancak, 30 yıldan bu yana çıkarılan birçok vergi affı ya da benzeri uygulamaların bir miktar para toplamaktan öte amacına ulaştığını düşünememekteyim. Çünkü birçok (kötü niyetli) vergi, SSK ödevlileri, ödemeleri gereken vergi ve diğer borçlarını zamanında ödemeyerek bunları “ucuz kredi” ya da başka amaçlarla kullanmakta, hatta kimileri bir süre sonra ortadan kaybolmaktadırlar.
Oysa, Mali İdare denetim elemanlarıyla yeterli incelemeyi yapsa, popülist davranmasalar, toplanamayan vergiler toplanabileceği gibi, kayıt dışılık da azalabilir. Maliye Bakanlığı vergi inceleme/denetim elamanı kadrolarının üçte ikisi boş olan bir ülkede elbette ki vergi inceleme oranı da %1'lerin üzerine çıkamamakta ve bu türden yöntemlere başvurulmaktadır.
Son yıllarda vergi incelemesi yapmadan, pazarlıkla, hatta tehditle vergi toplamayı alışkanlık haline getiren bir vergi idaresi anlayışı yerleşmiştir. Bu son derece yanlış ve kabul edilemez bir durumdur. Yani "şu kadar daha vergi verirsen, ya da vergi matrahını şu kadar artırırsan seni incelemeye almayacağız," anlayışı, sosyal adaletin işlevine olduğu kadar, vergi almanın temel ilkelerine de aykırıdır. Ne yazık ki bunlar tasarı kapsamında değildir.
Vergi afları ya da matrah artırımları, düzgün vergi mükelleflerini üzmektedir. Hiç şüphesizdir ki; onlar kendilerini "enayi" yerine konmuş olarak hissetmektedirler.
Kamuoyu, bu türden düzenlemelerin genellikle Hükümet’e yakın birilerini kurtarmak amaçlı olduğuna inanmaktadır.
Bu tasarıyla af kapsamına naylon faturacıların da dahil edildiği düşünülmektedir. Matrah artırımı yaptırılarak, naylon fatura kullananlar kurtarılmış olabilir. “Acaba bu defa Hükümet hangi naylon faturacıları kurtarma gayreti içerisine girmiştir,” biçiminde sorular sorulabilmektedir?
Kısacası bu tür düzenlemeler, işini düzgün yapan, kurallara uyan, sorumluluklarını zamanında ve eksiksiz yerine getiren mükelleflere hakarettir.
Elbette ki ödeme arzusu içerisinde olduğu halde herhangi bir sebeple ödemeyi gerçekleştiremeyenler de vardır. Ekonomik kriz nedeniyle bazı işletmelerin kamuya yönelik yükümlülüklerini yerine getiremediği de bir gerçektir. Ancak, yukarıda belirtildiği üzere bunlardan bazılarının bu ödemelerini yapmayarak, “vergileri ucuz kredi” olarak kullandıkları da bilinen bir gerçektir. Bunu önlemek için önceden etkin tedbirler almak, yüksek cezalar uygulamak ve bunda da kararlı ve samimi olmak gerekir.
Oysa devlet şunları da yapabilir: Gerçek anlamda zor durumda olan, ekonomik krizlerden (elinde olmayan nedenlerle) olumsuz etkilenerek vergisini ödeyememiş olan mükellefler saptanarak onlara kolaylık ya da "af" getirilebilir. Ayrıca, vergisini düzenli olarak ödemiş olanlara ya da vadesinden önce ödeyenlere belli oranlarda vergi indirimleri yapılarak ödüllendirmede bulunulabilir.
Bunları ancak ve ancak gerçek bir sosyal devlet yapabilir.
Mükellefler işletme kârlarından ödemeleri gereken vergileri zor durumları nedeniyle ödeyememiş olabilirler. Ancak, bazı vergiler vardır ki, mükelleflerin bunları sorumlu sıfatıyla ödemeleri gerekmektedir.
Örneğin, nihai tüketici aldığı mal için ödediği katma değer vergisini devlete ödemesi için esnafa, tüccara teslim eder.
Ücretli işçinin maaşından vergisini kesen iş sahibi, işçinin maaşından kestiği bu vergiyi sorumlu sıfatıyla devlete ödemesi gerekir. Bunları çoğaltmak mümkündür.
Diyebiliriz ki; iş sahiplerinin tüm bunları ödememesi, kötü niyetlilikten başka bir şey değildir. Çünkü bunlar üzerinde esnafın, tüccarın (mükellefin) hiçbir hakkı yoktur.
Bu ve benzer afların ve matrah artırımlarının diğer bir yansıması da meslek mensuplarımızadır. Onların yaptığı uzmanlık işinin önemi bir biçimde ortadan kaldırılmış olmaktadır. Çünkü bu türden uygulamalarla vergi kaçakçısı ve kayıt dışı çalışanlara, "bu tutumlarınıza devam edebilirsiniz" biçiminde cesaret verilmekte, onlar da “nasıl olsa af çıkarılır” düşüncesiyle hareket edebilmektedirler. Çok açık bir ifadeyle söylemek gerekirse denebilir ki bu, ekonominin kaydını tutan muhasebeci ve mali müşavirlere yapılan haksızlıktır, kötülüktür!
İşin diğer bir yönü de, vergi affının (ya da yapılandırmasının) genel seçim öncesine denk getirilmesidir. Anlaşıldığı kadarıyla bu tasarı, 2011 Şubat ya da Mart ayında yasalaşarak yürürlüğe girecektir.
Bu bağlamda tabi ki şunlar da akla gelmektedir:
Bu aflar; seçim yatırımı için mi, gerçekten ekonomiyi canlandırmak için mi, kimi vergi kaçakçısı ya da naylon fatura kullanmış olanları kurtarmak için mi, yoksa gelecek paraları seçimler öncesinde bol bol harcayabilmek için mi, gerçekleştirilecektir?
Geçmiş yıllarda bu türden aflar çıkarıldığında, yetkililer her defasında kamuoyuna; “bir daha bu tür afların çıkarılmayacağı” beyanında bulundular.
Ama öyle gözüküyor ki bu defasında da af, vergilerini zamanında ve düzenli ödeyen mükelleflere yine; “keşke ödemeseydim,” dedirtecektir! 

SMMM Gökhan DEDE – 22 Kasım 2010 Ankara

11 Kasım 2010 Perşembe

YENİ TÜRMOB YÖNETİMİ

YENİ TÜRMOB YÖNETİMİ
SMMM Gökhan DEDE  (SOB) – 11.11.2010

24 Ekim 2010 tarihinden itibaren TÜRMOB’da yeni bir döneme girildi, diyenlerimiz vardır. Ancak, 20. Genel Kurul’da seçilen yönetim kurulu üyelerine baktığımızda büyük çoğunluğunun eski yöneticilerden, icranın ise tamamının önceki dönem yöneticilerden oluştuğunu görmekteyiz.

Yeni genel başkanın SMMM kökenli,  serbest çalışan ve sınavla YMM’liği edinmiş olması, SM ve SMMM meslek kitlesince önemsenmektedir.  

TÜRMOB’da görev yapan genel başkanlar elbette ki önemli çalışmalar yaptılar. Ancak, hemen hiçbirisinin TÜRMOB yönetiminin oluşumundaki “temsilde eşitsizlik, yani 3568 sayılı Yasa’daki 5’e 4 adaletsizliği” konusunu gündeme getirdiklerini görmedik, tanık da olamadık. Bu dönemde getirilir mi, bekleyip göreceğiz.

Bugüne kadar görev yapan genel başkanların konuyu bu yönüyle gündeme getirmemelerinin kendilerince çeşitli nedenleri ya da çekinceleri olabilir. Bu çekincelerden ilk akla geleni, görev yapmış genel başkanların maliye hesap uzmanı ya da gelirler kontrolörü kökenli olmalarından kaynaklı isteksizlikleri olabilir! Diğer bir neden ise, bu genel başkanların Maliye kökenli olmalarından kaynaklı iyi ilişkilerinin yönetimleri döneminde sürdürülmesi halinde daha başarılı olabilecekleri kanısı olabilir.

“Bu dönem durum değişti,” diyenler olacaktır. Bence, yeni genel başkan Sayın Nail Sanlı’nın öncekilerden önemli farkı, “maliye ya da bürokrat” kökenli olmamasıdır. Serbest çalışan SMMM iken sınavla YMM unvanı almış olması, SM ve SMMM meslek mensuplarının sorunlarına daha fazla eğilebileceği konusunda bu kesimi umutlandırdığı düşünülmektedir. Hep bilmekteyiz ki, SM ve SMMM meslek mensuplarının sorunları had safhadadır. YMM meslek mensuplarının da sorunları olmakla birlikte, en azından ekonomik durumları ve angaryalar anlamında sıkıntıları görece azdır.

YMM ve SMMM unvanlı meslek mensupları arasında muhasebe, denetim ve bağımsız denetim alanlarında sorunlar yaşanabilmektedir. SMMM kökenli yeni YMM genel başkanımızın bu konulara yaklaşımlarını ve başarı grafiğini önümüzdeki günlerde hep beraber göreceğiz.

Özellikle bağımsız denetim alanında yapılan iş ve verilen hizmetlerin aynı olmasına karşın, zaman zaman ayrımcılık yapıldığı görülmektedir. Bağımsız denetim çalışma alanlarına ilişkin kimi yasal düzenlemelerde denetimin yalnızca YMM unvanlılara ait olduğu biçimindeki bürokratik baskı ve engellemelere karşı ne derece hassasiyetle yaklaşılacağına da süreç içerisinde tanık olacağız.

21. yüzyılda 21 yaşına girmiş yasal mesleki örgütlülüğe ve birikime karşın, YMM’lerin SMMM meslek mensuplarına hâlâ üstatlık taslayan, kendilerini üstün gören, yukarıdan bakan, en iyi ben yönetirim vb. biçimindeki anlayışların artık gerilerde kaldığını, düşünmek istiyorum. Şuna inanıyorum ki; meslek kitlesi geçmişte bu türden yaklaşımları ibretle izlemiştir. Oysa doğru mesleki örgütsel dayanışma anlayışı bunu reddetmektedir.

Elbette ki yeni bir genel başkan ve yeni bir yönetim kurulu kitleler için yeni bir heyecan kaynağıdır. Üyeler, yeni anlayış ve düşüncelerin, projelerin ortaya konacağını ve uygulanacağını düşünerek umutlanırlar. Bu bakımdan, yeni genel başkanın ve yönetim kurulunun “ne yaptıklarını görebilmek için” belirli bir süre gerekir. En azından genel kurula sunulan projelerin akıbetini görmek için beklemek lazım.

Eğer Yeni Yönetim, toplumsal sorunlara daha duyarlı, anti demokratik uygulamalara tepkili, katılımcı bir TÜRMOB’un öncüsü olacaksa, bunların yanı sıra (ve belki de öncelikle) kendi içyapısını, organlarının oluşumunu düzenleyen yasa ve yönetmeliklerin demokratikleştirilmesi için de samimiyetle ve cesaretle etkin çaba göstermelidir. Genel kurul üyeleri de böyle düşündükleri ve inandıkları için oy vermişlerdir. Başarı dileklerimle…

SMMM Gökhan DEDE  (SOB) – 11.11.2010