Sayfalar

30 Kasım 2009 Pazartesi

YETKİLENDİRME
Gökhan Dede- 30.11.2009
1989 yılında 3568 sayılı Yasa ile hasbelkader ruhsat alan okuryazarları saymazsak, her meslek mensubunun aldığı bir eğitim öğretim vardır. Alınan eğitim, insanın yeteneklerini düzenlemesine ve açığa çıkmasına yardımcı olabilir. Bu her birey için geçerli olmayabilir.

İnsanların kalıtsal yetenekleri farklı olduğu gibi, aldıkları eğitim ve bu eğitimin kalitesi de farklı olabilmektedir. Kimi durumlarda yeteneksiz ve yeterli eğitimi alamayan insanlara (meslek ruhsatı almış kişilere) hak etmedikleri halde sınırsız yetki kullanma hakkı verilebilmektedir. Yeteneksiz ya da yeterli eğitimi olmayan bu kişilere tanınan yetkiler sayesinde bu kişiler, kullandıkları bu yetkilerle çoğu zaman mesleğe zarar veren boyutta eylemlere kalkışmakta ve zarar verebilmektedirler. Bu kişiler, kendi temel hak ve özgürlüklerinin, aldıkları bu yetkiden dolayı sınırsız olduğu hissine kapılabilmektedirler. Öyle ki, artık yakın çevresindeki birlikte hareket ettikleri kişilere, emek vermiş olanlara bile danışma, onları iş ve eylemlerine katma tenezzülünde bile bulunmamaktadırlar. Böyle olunca da, eylemin olumsuz yansımalarından tüm meslek camiası, hatta toplum etkilenebilmektedir. Burada şunu söylemekte bir sakınca yoktur: Kişi yetkilendirilmiş olsa bile, hak ve özgürlüklerini, sahip olduğu yetenekler ve bilgi birikimi oranının dışında kullanmamalıdır. Ya da kullanmasına izin verilmemelidir. Bu yetkinin kullanılabilmesi, ya da bir işin yapılabilmesi için belli bir bilgi birikimi ve yeterlilik, yetenek koşul olmalı.

Örneğin, yalnızca mesleki bilgi birikiminin koşul olmasıyla, meslek örgütünün üyesi olmuş olmasıyla ona, yönetme, disipline etme ya da denetleme hakkı verilmemelidir. Eğer bu yetki verilmişse, bunu her kim ya da kimler vermişse, bilinmelidir ki; bu kişinin mesleğe ve topluma vereceği/verebileceği zarar, “bu kişinin lehine”, verenler tarafından göz ardı edilmiştir. Yetkilendirilen bu kişinin pasif tutumunun dahi aynı zararların (eylem gerçekleşmemiş olsa bile) bir ihmal/ihanet olacağını düşünmek gerekir. Çünkü, bu göreve işin ehli kişiler getirilmiş olsaydı; yanlış yapılanlar doğru yapılacak, ya da hiç yapılmayanlar yapılabilecekti. O nedenle, bilgisi ve yeteneği sınırlı, ya da yeterli olmayanların temel hakkı gibi gözüken bu haklar bir biçimde kısıtlanmalıdır. Bunu, demokratik kurallar çerçevesinde gerçekleştirmek, bilinçli topluluğun, seçmenin becerebileceği kanısındayım.

Bilim insanları, “önümüzdeki yüzyılda insanların ancak ve ancak bilgileri ve hatta kalıtsal yetenekleri oranında yetki kullanabilmelidirler,” derken, yukarıda yazılanları kastetmişler, öngörmüşlerdir. Yetkilendirilmiş olan kimseler kendilerini yenileyemiyorlarsa, bunun için gayret göstermiyorlarsa, kazanılmış hak ve değerlere yenilerini ekleyemiyorlarsa bunlar tekrar yetkilendirilmemelidirler.

Ayrıca, seçtikleri yöneticilerce kendilerinin temel hakları olan toplanma, tartışma, değerlendirme vb. haklarının kısıtlanması ya da sınırlandırılması bazı çatışmaları başlatabilir. Bu çatışmalar kaçınılmaz olabilir. Sorun yöneten ise, olayın bundan sonrasında üyeye (seçmene) düşen görev, bu çatışmaların sürekliliğini önleyebilecek daha akıllı, bilgili, hoşgörülü ama dahada önemlisi, bir liderde (yöneticide) bulunması gereken genel özelliklerin toplandığı kişi ya da kişileri göreve taşımak olmalıdır. Ancak, üyeler bu duyarlılığı, seçtiği kişileri izlemeyi ihmal etmeyerek göstermelidir. Aksi halde başa, yani yeni çatışma ortamlarına dönülmesi kaçınılmaz olur.

Yeterli bilgi birikimi ve yetenekleri olmadığı halde sırf yalanla, hileyle, şantajla, maddi güçle, ya da mevcut kurumsal maddiyatı kullanmakla, hatta bölgesel, ırksal, dinsel, etnik vb. değerleri sömürü aracı olarak kullananların yönetimlerinde mesleklerin ve toplumların gelişmesi, şeffaflaşması mümkün değildir. Ancak ne yazık ki, tüm bu değerlerin birkaçını birlikte kullanabilenlerin başarılı olduklarına tanık olmaktayız.

SMMM Gökhan DEDE